Valinin adamları İstanbul'da
30 Ağustos 2009
Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu'nun birlikte çalıştığı ve delilik zehrini aşıladığı bürokratlar şimdi İstanbul'u yönetiyor. Yazıcıoğlu'nun altı yıl yardımcılığını yapan Orhan Öztürk Küçükçekmece, ünlü Başpınar Köprüsü'ne ev sahipliği yapan Kemaliye'nin Kaymakamı Mümin Heybet, Tuzla Kaymakamı
Önümde bir kare fotoğraf duruyor. Tahmin edebileceğiniz üzere Merhum Recep Yazıcıoğlu'na ait.
Yanında bugün Tuzla, o günün Kemaliye Kaymakamı Mümin Heybet ile Vali Yardımcısı Orhan Öztürk ve bazı bürokratlar var. Mümin Bey'in albümünden çıkan bu fotoğraf YAZICIOĞLU'nun çabalarıyla Kemaliye'ye götürülen bir hizmetin devir teslim töreninde çekilmiş. Gözlerimiz fotoğrafın tam ortasında mağrur bakışlı bir vali arıyor. Ama o en kenarda. Elleri önde kavuşturulmuş. Başı öne eğik. Omuzlar, mahcubiyetin, tevazuunun ağırlığıyla düşmüş. Filmlerden alışık olduğumuz hizmetçi-efendi sahnelerini andırıyor. Merhum Yazıcıoğlu, vefatına dek, Türkiye'de bu fotoğrafı verebilecek belki de tek bürokrattı. Yazıcıoğlu, ebediyete göç edince Türkiye bu delikanlı insandan mahrum kalsa da, onun birlikte çalıştığı bürokratlar, efsane valinin adını yaşatmaya, ilkelerini hayata geçirmeye devam ediyor. O bürokratlardan ikisi şimdi İstanbul'da… Tuzla Kaymakamı Mümin Heybet ve İstanbul Vali Yardımcısı Orhan Öztürk. Onlar da milletin karşısına merhum Yazıcıoğlu ile aynı eda ile çıkmanın derdini taşıyor. Vatandaşa güvenmeyi, onun değerlerine inanmayı, yönetim ilkelerinin en baş köşesine koyuyorlar. İstanbul'un taze ve sıra dışı bürokratları, merhum Vali'den öğrendiklerini hayata geçirirken iç çekiyorlar: Keşke yaptıklarımızı görebilseydi…
Orhan Öztürk: 500 çocuk yetiştirip ülkeye salacağım
İlk durağımız Mihrabat Korusu. İstanbul'un Darulaceze'den Sorumlu Vali Yardımcısı Orhan Öztürk ile kahvaltı edeceğiz. Günün oldukça erken bir saatinde, Boğaz'a nazır kahvaltı masasında foto muhabirimiz Sedat'la Orhan Bey'in gelmesini bekliyoruz. Arkamızdan gelen, hafif mütebessim bir tonla “Siz bir adet Vali Yardımcısını mı bekliyorsunuz?” diyen sese dönünce omuza atılmış bir ceket ve düğüm yapılmadan boyuna ardılmış kravatıyla gelen kişinin merhum Vali Yazıcıoğlu'nun huyundan suyundan etkilenmiş bir bürokrat olduğunu tahmin etmek zor olmuyor. Henüz 3-4 aydır İstanbul'da olan Öztürk, Darulaceze'den sorumlu Vali Yardımcılığı'nın ardından bugünlerde yeni görevi Küçükçekmece Kaymakamlığı'na adapte olmaya çalışıyor. Öztürk, Erzincan'da, tam 6 yıl Vali Yardımcısı olarak çalıştıktan sonra, yine Yazıcıoğlu'nun isteğiyle Denizli'de de aynı göreve getirilmiş.
Aslen Çorum İskilipli olan, hatta geçen dönem MHP dışındaki ANAP, DYP, CHP ve DSP gibi tüm partilerin desteğiyle İskilip Belediye Başkanı seçilen Öztürk, siyasetten bürokrasiye yeniden bir 'u' dönüşü yapmış. Bizim İskilipli dünürümüzün 'İskilip'e fazlaydı' dediği Öztürk'ü tanımak için başkanlığında yaptıklarına bakmak yeterli.
RAKİBİNİN ADINI VERDİ..
Türkiye tarihinde, başkanlığa aday olan diğer rakibinin adını, o kişinin partisi bile karşı çıkmasına rağmen sokağa veren tek kişi Orhan Öztürk. İskilip gibi küçük bir şehirde, makam arabasına kadar belediyeye dair ne varsa satıp, belediye işletmelerini, hizmetlerini 1,5 yılda özelleştiren, seçilmemeyi göze alıp yazdığı 150'ye yakın ceza ile kaldırım işgalini yasaklayan Öztürk, son seçimde Çorum'a başkan olmak istemiş ama olamamış… Küçücük İskilip'te bile bankadan aldığı maaş promosyonuyla 50 çocuğu Avrupa'ya Almanya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg'a gönderen, 3600'ünü ta İskilip'ten Çanakkale'ye, 1550'sini dört günlük gezi için İstanbul'a yollayan Öztürk, “Seçilseydim, Yazıcıoğlu gibi 500 genci yurt dışında yetiştirip, onlara dünyayı gezdirip, ufuklarını açtıktan sonra ülkeye salacaktım. Türkiye hala dünyaya kapalı bir ülke…” diyor.
KOMÜNİST DEDİLER!
Öztürk sıra Yazıcıoğlu'nu anlatmaya gelince güncel bir örnekle damardan giriyor, 20-30 sene önce Kürt sorunundan bahseden adamın içeri tıkıldığını ancak aynı kişinin bugün aynı şeyleri söylese kimsenin dönüp bakmayacağını söylüyor. “Özal'ın dediklerini de çok sonra anladık. Recep Bey de Özal gibi 20-30 sene sonrasını gösteriyordu ama çoğumuz anlamıyordu. Söylemekle bırakmıyordu, hem yapıyor, hem de yazıyordu” diyen Öztürk, Yazıcıoğlu'nun sevilmesinin sırrını şöyle açıklıyor: “Recep Bey, toplumun bütün kesimlerini kucaklayabilmiş, kuşatabilmiş birisiydi. Söylemenin de yapmanın da üslubunu biliyordu. Benzer şeyleri söyleyen pek çok kimse ceza aldı, içeri girdi. Bizdeki sorun; söyleyenler yapmıyor, yapanlar da iyi söyleyemiyor. O hem iyi söyledi, hem iyi yaptı, hem de iyi yazdı.” Yazıcıoğlu'nun kararnamesinin üç kez köşkten geri çevrildiğini hatırlatan Öztürk, Evren'in “Ya bu adam komünistmiş” dediğini, Özal'ın ise “Bizim için fark etmez” diyerek Recep Bey'i vali yaptığını anlatıyor. Yazıcıoğlu'nun komünistlikle alakası olmadığını vurgulayan Öztürk, “Devlet yetkilileri Yazıcıoğlu'nun yaptıklarına bakıyor anlayamıyor… Sağcı değil solcu değil… Tıpkı Allah, Peygamber demeden dini, ahlakı anlatan vaizlere benziyordu. Recep Bey'e o anlamda pek alışık değildi devlet yöneticileri. 12 Eylül sonrasında yerel yönetimlere kaynak, yetki vs… diyen ilk kişi oydu. Bugün aynı noktaya yeni geliyoruz” diyor. Yazıcıoğlu'nun müfettişinin hiç eksik olmadığını, sadece merkeze alındıktan sonra 3 senede 95 soruşturma geçirdiğini ifade eden Öztürk, “Suçlamaların yüzde 60'ında biz de vardık. Savunma yazmaktan neredeyse iş yapamaz hale gelmiştik. O soruşturmaların hiç birinden ceza almadı. Çünkü nedeni belliydi: Huzur vermemek, çalıştırmamak.”
Öztürk'e Yazıcıoğlu'ndan öğrendiklerini de soruyoruz. Öztürk'e göre devletin Türkiye'deki tek sorunu her işi kendisinin yapmaya kalkması. İcraata çok giriyor. “Kadrolu memurlar eliyle hizmet olmaz hezimet olur… Çünkü adamı işten atamıyorsun. Memurlarla Katolik nikahına benzer bir bağlılığımız var. Boşanma yok… 657 Türkiye'ye yapılmış en büyük kötülük” diyor. Balkanların, Ortadoğu'nun Ortaasya'nın yüklediği misyon nedeniyle Türkiye'nin emperyal bir devlet olması gerektiğini ifade eden Öztürk, şöyle devam ediyor: 'Halk bizi devletin temsilcisi olarak görüyor. Kendi halkına karşı temsil olmaz. Temsil dışa karşı, yabancılara, 3. şahıslara karşı olur. O yüzden vali ya da kaymakamın temsil görevi yoktur. Belediye başkanı da, muhtar da halkın temsilcisi… Herkes temsil arayışında… Yabancılar bazen şaşırıyor, komik durumlara düşebiliyoruz… “
Başkan olacaktı
Kepek ekmeğin ne olduğunu ülke biraz da rahmetliden öğrendi. Benim için 97'den beri kepek ekmeksiz kahvaltı keyifli olmuyor..
Kola içmezdi, kolaya hayır, süt, ayran meyve suyu içelim kampanyasını o başlattı. Ben de içmiyorum, bir kutu kolada 20 tane kesme şeker var…
Onunla en uzun süre çalışan mülki amir benim ama biraz mutfakta kaldığımız için neredeyse birlikte çok az fotoğrafımız var..
-Şimdi hayatta olsaydı İzmir'den belediye başkanıydı. İdeali büyükşehirde belediye başkanlığıydı. Valiliği de belediye başkanlığı gibi yaptı…
Bugün Yazıcıoğlu'na benzemeye çalışanlar var. Esas olan; yeni, bu türden farklı insanları ortaya çıkartmak yoksa herkes gidici zaten… Efkan Ala, Nuri OKUTAN, Cengiz AYDOĞDU vs… Yazıcıoğlu gibi farklılıklara sahip kişiler…
Bazı meslektaşları, Recep Bey'i artist, şovmen, tribüne oynayan biri diye eleştiriyordu. Tribüne oynamıyorum diyen vali var mı ki? Yazıcıoğlu, doğal, yaptıklarında içten ve samimiydi. Şovmen diyenler aslında bunu, benzeri doğallığı beceremeyenler.
İstanbul'u da hatta Türkiye'yi de bu idari yapıyla yönetmek zor. Yöneticileri çabuk tüketir bu yapı… Her zaman Muammer Bey gibi öngörüsü ve performansı yüksek, dengeleri çok iyi gözetebilen başarılı birisini bulacağınızın garantisi yok… Sistematik yenilikler olmazsa altında kalmasak da fonksiyonelliğimiz giderek azalır. Kuralların çoğu işlemez bu gidişle… Bu da çağın gerisine düşmektir. Bence İstanbul'u eyalet yapmak lazım…
Mümin Heybet: Adının deliye çıkmasını göze alacaksın
Kemaliye Kaymakamı iken Yazıcıoğlu'yla iki yıl birlikte görev yapan bugünün Tuzla Kaymakamı Mümin Heybet de Yazıcıoğlu ekolünü sürdürenlerden… Mesai saatlerini 7 /24 olarak değiştiren aynı ekoldeki tüm bürokratlar gibi Mümin Bey de yenge hanımın ilk aylardaki sitemlerine Yazıcıoğlu gibi tebessüm edip geçmiş. Ancak bugün yenge hanım da pozitif bir destekçi. Akşam mesai saati bitiminde eve giderse vicdanen huzursuz olduğunu, görevini ihmal ettiğini düşündüğünü dile getiren Heybet, “Toplumda köklü değişiklik yapabilmek için adının deliye çıkmasını göze almalısın. Ancak rahmetli gibi adın baştan deliye çıkmalı. Yoksa zor.” diyor.
İŞİN SIRRI VATANDAŞA BAKIŞTA
Vali Yazıcıoğlu'na 95 soruşturma açtıran 'iyi niyetli anarşist' tavrının sembolü görev yaptığı Erzincan'ın Kemaliye ilçesindeki Başpınar Köprüsü'ydü. Görevi boyunca devletle millet arasına köprü kuran, vatandaşa vali protokolüyle değil, dost-abi sıcaklığıyla yaklaşan Yazıcıoğlu'nun geride ölümsüz bir eser olarak bıraktığı Başpınar Köprüsü, imece usulü yapılış hikayesiyle de bir nevi Yazıcıoğlu'nun felsefesinin simgesi oldu. O köprünün önemli bir kısmını tamamlayan kişi de Mümin Heybet'ti. Yazıcıoğlu'yla çalıştığı iki yılın sıkıştırılmış 4-5 yıla tekabül ettiğini ve en verimli yılları olduğunu belirten Heybet, “Onunla çalışıp, etkilenmeyen, pozitifliğinden ve kendisiyle özdeşleşmiş hasletlerinden yararlanmayan yönetici yoktur” diyor.
Mümin Bey, Erzincan'da görev yaparken Herkesin 'deli' gözüyle baktığı Yazıcıoğlu'nun yönetim felsefesinin, gerçek hayatta ve pratikte karşılığı olduğuna da tanıklık etmiş. Mümin Bey, o felsefeyi şöyle açıklıyor: Vatandaşa güveneceksin, vatandaşın değerleriyle barışık olacaksın, vatandaşa tepeden bakmayacaksın, onu hor görmeyeceksin. İnsan odaklı yönetim anlayışının pratikteki yansımaları görüldükçe bu ilkelerin başköşeye yerleştirildiğine dikkat çeken Heybet, Tuzla'da da bu ilkeleri hayata geçirmeye çabalıyor. Heybet'in göreve gelir gelmez hedefi 'ulaşılabilir' olmak olmuş. Bu yüzden kredi kartı borcu yüzünden bir memur da çalıyor kapısını, farklı bir insan da… “Gelip kapıdan geri dönen, derdine derman bulamasa bile meramını anlatamadan giden kimse olmamalı” diyor Mümin Heybet. Özel kalemin işleyişini de buna göre yeniden yapılandırmış. Mümin Heybet, sınırsız merhameti de temel hastalıklarımızdan biri olarak niteliyor. Heybet'e göre “Vatandaşın beyanına itibar edilmesi, vatandaşa güvenilmesi ne kadar önemliyse, doğru beyanda bulunmayanların cezalandırılması da o kadar önemli. Heybet, bu yüzden rahmetli Yazıcıoğlu'nun Japonların 'yüzde seksen sistem, yüzde 20 insan unsuru felsefesiyle hareket ettiğini söylüyor ve ekliyor. “Sistem hatasız işlerse insan rahat eder”
YAZICIOĞLU EKOLÜNE YENGELER DE ALIŞTI
Yazıcıoğlu'nun yönetim virüsünü kapan Heybet için ilçede bir düğüne, cenazeye iştirak etmek, kahvehanede vatandaşın derdini dinlemek, Kaymakam'ın rutin görevleri arasında. Hiçbir hukuki zorunluluğu yok ama bunları yapmaktan mutlu. Mümin Bey, özellikle cenazelere katılmayı önemsiyor. Nedenini de kendisi anlatıyor: “İstanbul'a tayinim çıkınca görevim nedeniyle yıllarca ayrı kaldığım anne ve babama müjde vermek için telefon açtım. Müjdeyi verdikten 20 dakika sonra babam trafik kazası geçirdi ve onu kaybettim. O duygusal yoğunluk sırasında bir büyükşehirde birilerinin sizi aramasının ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Bu insani bir görev, meziyet değil.” diyor. Heybet'in ekstra işleri arasında Tuzla Spor Kulübü'nün hamisi olmak da var, kano ve kürek takımının antrenman alanı problemi de… Pek tabi,17.00'den sonra evinde istirahate çekilebilecekken halkın içinde olmayı tercih ediyor. Aslında o da dertsiz başına dert aldığının farkında ama birilerinin bunu yapması gerektiği görüşünde…
Peki yenge hanımlar bu konuda ne düşünüyor? Öyle ya 7 /24 ilçeye hizmet eden bir kaymakam doğal olarak evine vakit ayıramaz. Başlangıçta küçük serzenişler olsa da, hizmet aşkından geri dönüşü olmadığını görünce yenge hanım da pozitif destek vermeye başlamış. Mümin Bey, bu konuda nasıl bir tavır almaları gerektiğini rahmetli Yazıcıoğlu'ndan gördüklerini de şöyle anlatıyor: “Allah sağlık ve afiyet versin, Yazıcıoğlu'nun eşi Meryem hanım, bizi evlatları gibi görürdü. Rahmetli Yazıcıoğlu'na bizim yanımızda yakındığı zamanlarda olurdu. Sayın Vali de güler geçerdi.
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yenisafakpazar/valinin-adamlari-istanbulda-208102
0 yorum:
Yorum Gönder