Türkiye'nin iki yüzü
17.10.1999
Kim ne derse desin, Türkiye sanayi ülkesi ve dünyanın 16'ncı büyük ekonomisine sahip.
Kim ne derse desin, Türkiye sanayi ülkesi ve dünyanın 16ncı büyük ekonomisine sahip. Petrol, doğalgaz veya maden gibi tek ürüne dayalı da değil, sanayisi çok çeşitli üretim yapan bir ekonomi. Ekonomileri tek ürüne dayalı ülkelerin malına talep azalsa, o ülke bir gecede fakirleşir ve hemen baş aşağı düşer. Türkiyede ise biri düşse, öbürü yükseliyor ve bileşik kaplar misali yine ekonomi ayakta kalıyor. 30 sene önce çengelli iğneyi ithal eden Türkiye, bugün binlerce ürün ihraç ediyor. Hizmet sektörü baş döndürücü hızla gelişiyor. Turizmde, taşımacılıkta, müteahhitlik hizmetlerinde çoğu ülkeyi solladık. GAPd#ki gelişmeler çok ülkenin dikkatini çekiyor. Genç nüfusumuz cazibe merkezi. Akarsuyumuz, tarıma müsait arazimiz bol. Enerji, ulaşım, havaalanı gibi alt yapı tesisleri kurulu. Daha dün Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu bir rapor açıkladı:
Türkiyede kişi başına düşen milli gelir 6 bin 470 dolar.
Bu rapora göre ülkemizin Gayri Safi Milli Hasılası (GSMH) da 400 milyar doların üstüne çıkıyor. İyi değilse de, kötü sayılmaz. Madalyonun öbür yüzünü çevirdiğinizde ise, ekonominin hızını kesmeden büyümeyi sağlayacak olan yatırım için gerekli paranın olmadığını görüyoruz. Hazine tam takır. Anadolunun her bir köşesi iştahla yatırım yapıyor. Devletten kredi bekleyen de yok ama vatandaşın tasarrufunu devlet sünger gibi emiyor. Banka kredilerinin yanına yanaşılmıyor. Reel olarak yüzde 30ları bulan krediyi kim alıp da yatırım yapar?..
Sanayici de rantiye oldu. Fil gibi ortalıkta dolaşan devlete borç veriyor ve ayakta duruyor. Ülkede sanayi büyüdü, nüfus arttı. Yeni enerjiye, yeni yola, yeni barajlara ihtiyaç var. Fert başına düşen milli gelirin 15 bin dolara çıkması gerekiyor. Devletin parası yok ki, bu dev yatırımları yapsın, bu kadar işi başarsın!..
Özel sektörün hem gücü yok, hem de böyle bir ortamda yatırım yapmak intihar demek. Bu kilitlenmenin sebebi belli: Yüksek enflasyon ve aşırı faiz. Bugün yarın Bütçe görüşmeleri başlayacak. Hükümet, memura yüzde 25 zam verip, fedakârlık isteyecek. Memurun fedakârlık yapmaya takati kalmadı. Yine sokaklara dökülüp, hak arayacak!.. Kamu yatırımları durdu. Devlet; borç alıp, borç ödeyen bir makineye döndü.
ÇARE NE?
Durumun iyi olmadığını hepimiz görüyoruz. Çare ne?.. Kaynakları arttırmak lâzım. Onun yolu da vergiden geçer. Sanayici, esnaf, serbest meslek sahibi para kazanmıyor ki; vergi ödesin. Hazine bonosu, tahvil ve repoya para yatıran rantiyeye yüklensen; paranın maliyeti artıyor: Konulan verginin manası kalmıyor. Devlette yok, millette yok. Peki bu koca ülkenin yarım kalan yatırımlarını kim tamamlayacak? Tek çare, yabancı yatırımcıya kaldı. Yabancı sermaye ise nazlı. Kendisini riske atmak istemiyor. Gelirim ama şartlarım var diyor ve istikrarlı bir ekonomi için gerekli olan reformların bir an önce tamamlanmasını istiyor. Adamlar Türkiyeye geliyor, yatırım yapıyor. Bütçe yapacaklar, enflasyon mani oluyor. Sermayeleri durduğu yerde eriyor. Onun için, Babam biz bu işin içinden çıkamıyoruz. Enflasyonu düşürün, reel faizleri 4-5 puana çekin diyorlar. Bu arada işin içine devletler de giriyor ve Biraz da insan hakları deyip, işi yokuşa sürüyorlar.
GELİN YATIRIM YAPIN
Yatırımların devâm etmemesi halinde ülkenin nerelere gideceğini en iyi eli taşın altında olan işadamlarımız biliyor. Bir araya geliyorlar ve, Hadin attaya gidelim diye el ele tutuşup, ülke ülke dolaşıyorlar. Yiyip, içip; Komşu. Biz sizdeniz. Siz bizden. Gelin yatırım yapalım diye ricada bulunuyorlar. Onların da aldıkları cevap aynı: Reformları yapın. İşadamı, bürokrat ve yabancı yatırımcı; Reform diye bastırınca, hükümet köşeye büzülüp kalıyor. Reform demek; köylüye, işçiye, memura daha az vermek demek. Kemerleri sıkmak, demek. Şimdi bütün gözler hükümette. Hükümet bugüne kadar, ne lâzımsa yaptı. Biraz daha dişini sıkar, acı reçeteleri yutarsa; 1-2 sene içinde Türkiye, toparlanır. Yok, Ben bu işi yapamayacağım deyip, havlu atarsa; işimiz zor.
Bürokratın çilesi
Son günlerde iki bürokratın sert çıkışını ve onların sonlarını hayretle gördük. Kimi kastettiğimi hemen anlamışsınızdır, sanırım: Orhan Güvenen ve Recep Yazıcıoğlu. Orhan Güvenen, başında bulunduğu Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) için bir konuşma yaptı ve Olmayan bakanlığın sekreteryası gibi çalışıyoruz dedi.
Recep Yazıcıoğlu ise; Polisten vali olmaz diyerek; zihinleri bulandırdı. Bu iki bürokratın söyledikleri aslında birer kelimeyle geçiştirilemeyecek kadar çok. Hele Recep Yazıcıoğlunun söyledikleri ciltleri doldurur. Hiç birisi de yenilir yutulur şeyler değil. Kepekli ekmeğe kadar beyanı olan Recep Yazıcıoğlu, düşünen bir adam. Ağzını bağlasan, vücuduyla konuşuyor. Bir valinin kepekli ekmekle uğraşmasını doğru bulmuyorum. İle gelen bakanları karşılamak yerine konuşmak, bir şeyler yapmak hoş değil. Devletin, temel yapısına ters lâf eden bir adamın valilik yapması sakıncalı!..
Devlet kalkmış, fırınlar için nizamname hazırlamış. Her birisinin ne iş yapacağını kararlaştırmış. Fırınların, kepekli ekmek çıkaramayacağını kanuna bağlamış. Recep Yazıcıoğlu, kalkıyor; Vatandaş kepekli ekmek yesin. Hem ucuz, hem besleyici, hem de ekonomik diyor. Bak, bak, bak... Devletin kanunlarını, kararnamelerini, yönetmeliklerini hiçe sayıyor...
Recep Yazıcıoğlu, kepekli ekmek satabilmek için ayrıca Unlu Mamüller ibaresinin de gerektiğini bilmiyor mu?.. Bal gibi biliyor. Maksat, fırıncıları tahrik etmek!.. Birlik ve beraberliği bozmak. Böyle konuşanı dokuz vilayetten kovarlar ve sonunda Ankaraya kızağa çekerler. Yapılanlar çok doğru. Böyle, çalıyı tersine sürüyen adamları ahalinin içine salıvermemek lâzım. Vatandaşı da isyankâr eder, baştan çıkarır.
Güvenene de söyleyecek bir çift lâfım var: DPT, görevini 1983te tamamladı. O çatı altında yetişen Rahmetli Özal, arkadaşlarını da alıp, o kurumun içini boşalttı. Ondan sonra da, Türkiye; plânlama yerine serbest piyasa ekonomisine geçti. Şimdi de liberal oldu. Siyasetçiler kalkıp; Ekonominin lokomotifi tekstildir. Yatırım yapın, teşvik verelim dedi. Türkiye, tekstil makineleri hurdalığına döndü. Global kriz oldu da, yanlış yatırıma fren geldi. Bırak hocam, dağınık kalsın. Olmayan bakanlık, diyerek; sağa sola kılçık atmanın hiç manası yok. Kimse duymaz. Sana tavsiyem: Kuyruğunu topla, bir köşede otur.
Kaynak:
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a25239.aspx
0 yorum:
Yorum Gönder