Ömer Faruk Ünal: Doğrucuyu dokuz köyden...
Rahmetli Recep Yazıcıoğlu enerji dolu bir insandı, yerinde duramazdı... Tam bir Karadenizliydi, bazı tavırları adaşını (Recep Tayyip Erdoğan'ı) andırırdı. RECEP YAZICIOĞLU Trabzon Sürmene'de doğdu (1948)... Milas'ta müftülük yapan bir hoca efendinin oğluydu...
1964'te Aydın Lisesini, 68'de Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Maiyet memuru olarak devlet hizmetine girdi. Kalkandere, Bahçe, Hamur, Ayvacık, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca'da kaymakamlık yaptı. Tokat, Aydın ve Erzincan valisi oldu. Ortaya yepyeni yönetim anlayışı koyduysa da Ecevit - Yılmaz - Bahçeli hükümeti tarafından merkeze alındı. Böylesi bir eylül günü geçirdiği trafik kazasında (2003) gözlerini hayata yumdu.
ESKİ KÖYE
Vali dediğin yaşlı ve çatık kaşlı olmalı, koltuğu doldurmalıydı. İcraat kimin umurunda? O yıllarda gelen evrak, gelen evrak dosyasına, giden evrak giden evrak dosyasına girsin tamamdı.
YENİ ADET
Recep Yazıcıoğlu, devleti vatandaşla barıştırdı, halk ile el ele verip yol, köprü, içme suyu problemlerini halle çalıştı. Kooperatifler kurdu, parasız mektepler, derslikler yaptı, sosyal konutlar açtı. Recep Bey idealist bir insandı, işler yolunda gitmiyorsa susamazdı, henüz kaymakamlık yıllarında kavgaya başladı...
Ardanuç'ta heyelanlarla, Sungurlu'da kan davalarıyla uğraştı... Kalkandere'de çay üreticileri kaymakamları yıldırmışlardı ama ona sökmedi. Çay "iki buçuk yaprak" olacak dedi kesti attı, baskıyla tehditle dal yonga satmaya kalkanlara papuç bırakmadı.
O güne kadar idareciler idare-i maslahat ile oyalanır, kokmaz bulaşmazlardı. Halbuki o silah zoruyla yol açtırdı. Hatırlıya itibarlıya eğilmedi, her isteyene tabanca ruhsatı vermedi ve tayini çıktı. Adana Bahçe'de pis bulanık suda bulaşık yıkayan lokantacıyı görünce vitesten attı, suyu ona içirtti ve rahatladı. Herkesle anladığı dilden konuşmalıydı. Ama halk onu severdi, nitekim imece usulü ile köy konakları yapıldı.
Hamurda kravatlı memurlarla birlikte temel kazdı, lojmanları ortaya çıkardı. Kahveleri "pis olduğu bahanesi ile" kapatmıştı, yoksa amele bulamayacaktı. Kapıda "kapıyı vurmadan girin" yazısı vardı. Halk bu kadar serbestliğe alışık değildi, kapının arızalı olduğunu sanıyorlardı. Kahvelere aspiratör taktırdı. En az elli kitap bulundurma mecburiyeti getirdi ve iki gazete aldırdı.
Mektep inşaatlarına halkı da kattı. Kurdelayı yaşlı ninelere kestirdi, tepeden inmeci, bananeci, yasakçı, elitist zevatı pohpohlamak gibi derdi olmadı. İnsanlar o kadar çaresizdi ki eşkıyayı bile kahramanlaştırıyor, kurtarıcı arıyorlardı. Egemenler vergi almayı biliyor, askerlik yaptırıyor ama hesap vermiyorlardı. Bundan böyle devlet patron, millet köle olamayacaktı. Deli miydi ne? Vali dediğin düzenin temsilcisiydi. Düzene baş mı kaldırırdı?
23 NİSAN VALİSİ
Tokat'a atandığında çok gençti, kaşarlanmış bürokratlara göre çocuk sayılırdı. Recep Bey Özel idareyi işin içine soktu, halktan salma (gönüllü vergi) aldı. Mahdut imkanlara rağmen Tokat'a üç bin derslik ve 147 sağlık ocağı (TC tarihinden fazla) kazandırdı. Kasada 590 bin lira para vardı 4.5 milyon liralık yatırım yaptı. İçki, sigara ve kumara savaş açtı. İnsanlar akşamları evlerine gitmeye başladı, çoluk çocuğunun farkına vardı. Kimin nasırına bastıysa bastı, ansızın Aydın'a yollandı. İlk işi kumsala ipotek koyan kamu binalarını yıkmak oldu.
SÜRÜN ERZİNCAN'A
Erzincan'a geldiği gün sokak sokak dolandı. Halkın hatırını sordu, akıl danıştı. Partilerin il başkanlarıyla açık konuştu,
"ben il başkanlığı yapmayacağım, lütfen siz de valilik yapmayın!"
Anlamazlıktan geldiler, aldırmadılar, memur alımında açıkça kontenjan istediler, zira alışkınlardı. O da imtihanda alabildiğince zor sorular sordurdu, ki kazanan az olsun, mülakata gerek kalmasın... Koalisyon böyle bir şeydi işte, müdürlükler, KİT'ler parsellenmişti. Kimse çöplüğünde başka horoz istemiyordu. Bizden olsun çamurdan olsundu.
Derken Erzincan zelzelesi koptu... Şehir enkaza döndü, çadırlar kapanın elinde kaldı, insanlar üşüyorlardı... Yavaş yavaş ipleri eline aldı, 10 bin konut yaptı, on binini de güçlendirip ayakta kalmasını sağladı. Hastanelerin kapasitesini artırdı.
Terör canını sıkıyordu. Gitti Cezaevine girdi, PKK ve TİKKO militanları ile oturup yemek yedi, sigara dağıttı. İlk defa siyasi mahkumlar muhatap alınıyorlardı. Derken Başbağlar hadisesi patladı.
Tunceli'den gelen bir grup göstere göstere katliam yaptı. Maksatları Sünni köyleri yıldırmaktı, nitekim bekledikleri olmuş 250 köy boşalmıştı. "Hayır. Köylerinizi terk etmeyeceksiniz" diye haykırdı. Bitireceğiz dibini kazıyacağız nutukları atmadı, aksine "terörle yaşamaya alışacağız" dedi, yalana dolana sığınmadı.
Hizmeti en ücra mezralara kadar taşıdı, içme suyu, gölet, kanalizasyon yaptı. Köyleri, sakinleri için cazip hale getirmeye çalıştı.
Kemaliye köyleri merkeze ulaşamıyorlardı, Keban Barajı yapılınca Fırat yükselmiş Başpınar Köprüsünü yutmuş almıştı. Bir feribot edindiler ama teröristler gelip yaktı. Halk köprü talebini Demirel'e de iletmiş ama değişen bir şey olmamıştı. Bağışlar topladı, İstanbul'daki hemşehrileri ayaklandırdı. Neticede çelik iskelet hazırlandı ve köprü görülmemiş bir usulle yerine takıldı trafik akmaya başladı... Halbuki ellerinde sadece bir dozer ve bir tekne eskisi vardı.
Köprü halledilince neşesi yerine geldi. Rafting, su kayağı, dağcılık bildiği ne varsa yaptı, botu alabora oldukça başa sardı, turizme maya çaldı. Cirit ekiplerini, mehter takımlarını getirdi, yayla şenlikleri düzenledi. Munzurlar, Tercan Gölü, Mama Hatun Türbesi, Melik Ahmet Gazi, Terzi Baba hazretleri... Erzincan'ın turizm gibi bir şansı vardı...
***
Mehmet Kemal Yazıcıoğlu, babasının bilinmeyen yönlerini Ömer Faruk Ünal'a anlattı. Oğul Yazıcıoğlu baba Yazıcıoğlu'nu anlattı Devletin değil, milletin valisiydi Babam sanki destan kahramanı... Herkesin onunla ilgili bir hatırası var. Yazıcıoğlu soyadını taşımak kolay değil, insanlar sizden çok şey bekliyorlar. Babam da bir memur çocuğu, gurbetçi... İlkokulu üç yılda bitirecek kadar aceleci ve henüz üniversitede okurken annemle evleniyor. Malum Rahmetli Özal, enteresan isimleri bulup çıkarırdı. Hasan Celal Güzel, Adnan Kahveci gibi... Ona babamdan da bahsetmişler, babamı vali yapabilmek için 6 ay uğraştı. Niye? Çünkü çok genç, teamüllere aykırı. Turgut Bey, Said amcamın da arkasında durdu. Onu 34 yaşında Diyanet İşleri Reisi yaptı.
SEVENİ DE, SÖVENİ DE...
Babamın seveni de, söveni de vardı. Zira sigara yasağı uygular. İçki ve kumara tavır alırdı. Mücadeleci bir insandı ama Aydın'da çok zorlandı. Halbuki ciddi projeleri vardı. Şehri ve ilçelerini termal ile ısıtacak, çağ atlatacaktı. Doğrusunu isterseniz bürokratlar güçlü validen hoşlanmazlar. İl teşkilatları, belediye başkanları, mebuslar da rahatsız olurlar. İbrikçi başlarına, liyakat sahipleri değil bananeciler uyar. Aslında babam daha Aydın'da iken merkeze alınacaktı. Mesut Bey onu yemekte kararlıydı. Ancak Yıldırım Akbulut ben onu kendi memleketime istiyorum deyip Erzincan'a kazandırdı. Erzincan kasvetli bir yerdi, zira terör vardı. Zelzeleden sonra sıkıntı daha da arttı. Hekim, öğretmen tayin edersin gelmez. O zamanlar şu yolların, havaalanının hayali bile kurulamazdı...
KASE BÜYÜK İÇİ BOŞ
Babam şaşaalı binalara karşıydı. Sahi adliyenin niye "sarayı" olacaktı? Beyazsaray'a bakın derdi ufacık bir bina ama gücü ortada. Çankaya'nın ucu bucağı yok, tesiri de yok. Sayıştay belki on kilometre git git bitmiyor.
Lakin babam öğretmenevlerine, polisevlerine harcadığı paraya acımazdı. Memurlar ezik kalmasınlardı.
Zoru severdi. Nitekim zelzele de ağır yara alan Erzincan'ı toparlamayı başardı. Vali çocuğu olmak zordur. Suikast ihbarları gelir, sen de duyarsın. Çocuk aklınla düşünürsün babamı kim öldürecek acaba? Ondan bundan şüphelenirsin, hop oturup hop kalkarsın. Babam şantiye şantiye gezmeyi çok severdi. Kimseye haber vermeden yola çıkardı. Bakarsın ne şefi, ne mühendisi var.
Oturur bekçi ile muhabbet kurar. Laf lafı açar bir sürü malumat toplardı.
Cıvıl cıvıldı boş duramazdı, birden aklına gelir: Haydi Ekşisu'ya! Babam o gün yamaç paraşütü ile atlamış. Akşama doğru hava ısınır, mecburen yükseliyor, alıp başını göklere çıkıyor... Koruma ve şoför panikte...
Gizli saklı beni aradılar.
-"Mehmet, baban kayıp haberin var mı?
-Nasıl?
-Valla uçtu dönmedi. Hava da karardı. N'apsak? Emniyeti mi arasak acaba?
Meğer babam sağ salim inmiş, bir köye girmiş. Bulmuş bir hacı amca, oturmuş muhabbet ediyor.
Rafting yapar, su kızağı ile kayar. Adamcağız stres atacak, demek ki adrenaline ihtiyacı var.
Yeşilaycıdır, kola aleyhine de atıp tutar. Ben bile kolamı gizli gizli içiyorum, çaktırmadan. Nitekim gazetecinin biri sordu, "kolaya karşısınız ama sizin eve de alınıyor?" Cevap kestirme: "Demek ki sözümüz geçmiyor!"
TAM KARADENİZLİ
Aceleci, tezcanlı, meraklı. Tam bir Karadenizli, gören macera aradığını sanırdı. Böyle bir babadan sonra hayat bana nasıl monoton geldi ki anlatamam. Bülent Ecevit, Başpınar Köprüsünün açılışında "böyle bir valiye sahip olduğunuz için şanslısınız" demişti.
Aradan üç ay geçti merkeze alındı. AK Parti yeni yeni oluşuyordu daha. Babam daha farklı düşünüyordu, milletin elini taşın altına koyacağı, parasıyla destek olacağı bir parti vardı kafasında. Almayacak, vereceksin... Tabiî çok ters anlayışımıza. Evet, tehdit alma potansiyeli vardı. Lider olacak yapıdaydı zira. Zaman zaman iş adamları gelip yalvarırlardı.
"Aman valim bizi bırakma!"
Gelelim vefat ettiği kazaya... Denizli'de Ziraat Odası Başkanı çağırmış, Adamcağız Vali beye Mercedes yakışır demiş, arabayı arkadaşından istemiş. Şoför kendi muhasebecisi, çocuk otomatik kullanmamış daha. Gariplikler var ama kasıt aramadık. Takdiri ilahi demek lâzım bu saatten sonra.
Kaynak:
https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/omer-faruk-unal/505123.aspx