UNUTULMAYAN VALİ RECEP YAZICIOĞLU ARAŞTIRMALARI (1967-2003)

Ziyaretçi

"BAĞIŞ YAPARAK ARAŞTIRMALARA VE İÇERİĞE" DESTEK OLMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

29 Ekim 2020 Perşembe

Recep Yazıcıoğlu: Demokrasi ve Hukuk Devleti Tartışmalarına Katkı



Recep Yazıcıoğlu: Demokrasi ve Hukuk Devleti Tartışmalarına Katkı

Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu'nun 21-23 Temmuz 2000 tarihlerinde "Demokrasi ve Hukuk Devleti" başlığı çerçevesinde düzenlenen bir toplantıda söz alarak belirttiği görüşleri, araştırmacılara ve sevenlerine fikir vermesi adın tarafımca derlenmiştir. Yararlı olması dileklerimle...


***
Recep Yazıcıoğlu:

Geçenlerde 3 delikanlı “lMF’ye hayır!” diye bir yürüyüş yaptı, 300 polis üzerine saldırdı bunların. Karga tulumba götürürlerken, onlar ağızlan kapatılmasına rağmen gene “İMF'ye hayır!” diyordu. Yeni başbakanımız Cotarelli darılmasın diye polis çok büyük gayret gösteriyor. Şimdi 10 bin polis alınacakmış. Kadroları çıktı mı çıkmak üzere mi ne. 10 bin yetmez, 100 bin polis, hatta 200 bin polis alınmasında şahsen yarar görüyorum Neden? Çünkü dünyada gelir uçurumunda 21. sıradayız. Tanzanya, Uganda 41. sırada. Türkiye yağma ediliyor, soyuluyor. Şimdi orta sınıf kalktı. Sınıf kalkınca sadece alttakiler ve üsttekiler var. Alttakileri din, iman, milliyetçilikle daha ne kadar zapt edebileceğiz? Çünkü ideoloji şimdiye kadar her şeye hakim oldu. Bugüne kadar da hep ideoloji ile yatıp kalktık Allah’ın izniyle. Program, proje, sistem hiç kimsenin derdi olmadı. Partiler en kolay yolu seçtiler, çünkü ideoloji hoş bir şeydir, insanları cûşuhurûşa getirir ama oturduğu zaman bakar ki ortada boş laftan başka bir şey yok.

Vergi dediniz; devlet vergi affı çıkarıyor, vergi yatıranları enayi yerine koyuyor, ülkeyi yönelenler bir sefer anayasa deliyor, on sefer deliyor, bu sefer halk da ne diyor? “Herkes kurallara uysun, ben de uyayım” diyor. Demek ki kural fikri tepeden tırnağa kadar sarsılmış. 

7 yaşındaki Yasemin’e “Ne olacak memleketin hali?” diyorum.

 Diyor ki; “Bana ne?”  Bu “Bana ne?” işi zaten Türk milletinin ezeli ve ebedi bir hastalığı. 

Şimdi kural yok, “Bana ne?” var ama Mehdi beklemek var tabii. Mehdi gelecek, bizi kurtaracak! Gelen Mehdiler bizi kurtaramadılar, kendilerini kurtardıklarını gördük. Düzeni değiştireceğiz diyenleri düzen değiştirdi, yani böyle bir yapı iyi niyeti reddediyor, iyi niyet asla geçerli değil. Siz geldiğiniz zaman mevcut düzene ayak uydurmak zorundasınız. Sizi uydururlar buna; zaten uyuyorsunuz da.

Biz Batıdan kurumları aldık, kopya ettik ama o tarihi süreci yaşayamadığımız için eksik kaldı. Kuvvetler ayrılığı Batının tarihinde var. Ta 2000 yıl önce otonom şehirler var, bunları Anadolu uygarlıklarında da görüyoruz ama biz de böyle bir şey yok. Bizde egemenlik Tanrı-Devlette oluşmuş. Bu kültürde biz nasıl kuvvetler ayrımına geçip de polis devletinden nasıl kurtulacağız? Bunun için çaba içindeyiz 1,5 asırdır. Fuat Paşa diyor ki “Bunu pabuççu muştası gibi elçilikler yapacak”. Sevgili halkımız yok zaten piyasada, padişah da zalim, şimdi Avrupa Birliği bizi kurtaracak diyoruz ya, AB niye bizi kurtarsın? 

Türkiye’de iki görüş var. Birinci görüşe göre -rahmetli İdris Küçükömer hocanındır- devletçi, seçkinci, merkezci, elitist, Batıcı, laik, asker-sivil bürokrasi tabansızdır. Kendilerini temsil ederler. Ama bunlar hep iktidardadır, bunları İttihad ve Terakki temsil eder, ondan sonra CHP temsil eder, sonra darbeler temsil eder. ikinci görüş de adem-i merkeziyetçi, ferdi esas alan, kutsal devleti reddeden, liberal-İslamcı görüş. Küçükömer bunlara işte solcu ve ilerici; kendilerine solcu ve ilerici diyenlere de gerici dedi.

Netice-i kelam, güleriz ağla nacak halimize, ikinci görüşü kim temsil etti? Prens Sabahattin. Ne dediler Prens Sabahattin’e? “İttihad ve Terakki ülkeyi bölecek, parçalayacak” dediler. Şimdi de Türkiye’de yeniden yapılanma denildiği zaman "Efendim, ülkenin birliği, dirliği, jeopolitik, jeomorfolojik vs. durumları ortaya çıkıyor." Öyle olunca da “Hakikaten biz hep bölüne bölüne zaten perişan olduk, onun için bölünmeyelim. Devlet-i Âli Osmanî devam etsin, ülke yağma edilsin”. Böyle böyle Tanzanya’nın altına düştük.

Neticede nasıl olacak bu iş? Devleti yönetenler ağlıyor, yönetilenler ağlıyor mu ağlamıyor mu belli değil; henüz onların ne yaptıkları belli değil ama yönetenlerin ağladıkları bir gerçek. Bugün burada yönetenler olsa bir konuşurlar ki, “Yahu” dersin “kardeşim, tamam vazgeçtim”

Peki herkes ağlamaya memur gibi görünüyor, kim çözecek bu işi? Devlet adamları yolunu bulmuş, eleştiriyi de kendisi yapıyor. Geçen sayın bir bakan, “kabile devleti” dedi istifa etti. Bakan istifa ediyor. Türk tarihinde istifa eden bakan sayısı bir iki tanedir. Bakanlık mübarek bir iştir, herkes bakan olmak için uğraşır bu memlekette. Zaten film buradan kopuyor. Yani, yasamayla yürütme birleşince ondan sonra yargı bu iki görüşten birisine angaje oluyor. Adamın biri yargıç da olsa, ona göre, ülkenin birliğine ve dirliğine göre karar veriyor. Öbürü de ona uygun değilse ona göre karar veriyor. 

Bu bir kültür, bir yaşam biçimi. O zaman sosyologlara, psikologlara çok iş düşüyor. Esas bizim işimiz galiba Tarih komisyonunda; yani bu cemaatçi yapıya, Doğu toplumunun bu kültürüne Batı toplumunun bu kurumsal yapısını aldık. Kültürümüz, cemaatçi yapımız, ihaleci yapımız taşerona havale keyfiyetiyle ne oldu bunlar? 

Hepsi bir yerde bir şeyle buluştu ve kurtarıcılar gelmeye başladı. Devamlı kurtarılıyoruz. Yahu bu nasıl bir kurtulmadır da bir türlü kurtulamıyoruz? Bizi kurtaranlar kendilerini kurtardılar, ailelerini de kurtardılar ama Türk milletini kurtaramadılar bir türlü; zaten kurtaramazlardı çünkü kurtulma topyekün, kollektif bir sorumluluktur. 

Şimdi asker-sivil bürokrasi diyor ki, “Kardeşim biz bu ülkenin sahibiyiz, bu halkın ne olacağı belli değildir.” Siyasi yapı ideoloji ile meşgul. Allah’ın izniyle gayet kolayını buldular, program, proje üretmek yerine yuvarlak laflarla işi yürütüyorlar. Yuvarlak laf çok, ayrıntı yok; ayrıntı olmayınca kendini bağlamıyor, kendini bağlamayınca ne oluyor, IMF’ye düşüyor iş.

Sistemin kurumsal bir düzenlemeye ihtiyacı var. Bir yerden bunun kültürü de oluşacak. Ne zaman oluşacak? İki-üç nesil sonra. Çetin Altan bir ara, “Bu Anadolu’da genç yöneticiler var” demişti. “Bunların süs köpekleri yoktur, müzik bilmezler, kadın bilmezler, dans bilmezler, içki içmezler ama iyi niyetlidirler. 3 nesil sonra düzelecekler!” Biraz da bunu benimle ilgili yazmıştı. 

Netice-i kelam, Türkiye’de güçlüler için hukuk uygulanıyor mu? Uygulanmıyor. Demek ki, güçlüler kanunları çıkarıyor. Bu kanunlar güçsüzlere uygulanıyor. Devlet de bunu uyguluyor polisiyle.

Söylediğim gibi, 100 bin veya 200 bin polisle bu polis devleti çok iyidir. Sabah kalkarsın devletin düşmanları yok olur. İnsanlar da bu düşmanları yok edenin heykelini dikerler! Düşmanlar yok olur. Ama düşman kim? Bu düşmana kim karar verecek? Ben bakıyorum, Türkiye’de dostlar, düşmanlar çok. Peki kim karar verecek buna kardeşim? Türkiye’de birisi karar veriyor buna. Diyor ki; “Bunlar ikinci sınıftır, cüzzamlıdır, vebalıdır”. “Bunları”, diyor, “ezeriz.” 

Kimse demiyor ki, “Yahu tahtakurusu mu eziyorsun, neyle eziyorsun?” Onun için şimdi 150 tane helikopter almıyor. Çünkü Türkiye’nin acil ihtiyacı. 1000 tane de tanka şiddetle ihtiyacı var. Bu tanklarla, toplarla, polislerle davulcuya, zurnacıya giden bu vatandaşı 150 yıldır adam edemedik ama bundan sonra adam etmeye herhalde karar verdik. İnşallah bu ikmallerle beraber sevgili halkımızın adam olduğunu bir gün görürüz.


***


Recep Yazıcıoğlu: Şimdi işkence psikolojik bir vak’adır. Ruh hastası olmayan kişi işkence yapamaz, tabii vatan, millet için yapıyor ayrı dava. Aslında devlet malum anayasada da var tazminatı ödüyor, 10 milyar dolarlık tazminat ödeyecek devlet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne. Devlet bunu kuzu kuzu ödüyor, ödüyor ama kanuna göre işkenceciye rücu etmesi lazım. 

Yani görevi ihmal suçu işliyor burada yetkililer. Tabii bunun kamuoyuna yüksek sesle haykırılması lazım. İşkenceci bu 10 milyar doları ödesin, bakın bakalım Türkiye’de vatan, millet kurtarmak için işkence yapabilecek babayiğit çıkacak mı? 

Devlet ödüyor kuzu kuzu, işkenceci de duman attırıyor gene. Nasıl olacak bu? dilek ve temenniyle anlamıyor ki. Herifin ruhunda var zaten, birisi gelsin defterini dürsün diye bekliyor. Tazminatla rücu edince işkenceciye aklı başına gelecek. 

Polis de ikiye ayrılacak: adli polis, idari polis olarak; bu iki kuvvet birbirinden gelecek.

***

Cemil Çiçek: Sayın Vali’ye bir soru sormak istiyorum. Acaba rücu hali söz konusu olunca hiç bir vali hiçbir şeyin altına imza atar mı? İşkenceyi savunduğumdan falan değil. 

Recep Yazıcıoğlu: İşkenceyi valiler yapmıyor, polis yapıyor. 

Cemil Çiçek: Maiyetinde işkence yapıldığını bilmiyorsa, o zaman niye orda vali diye oturuyor? 

Recep Yazıcıoğlu: Yapmayalım öylelerini vali.

Cemil Çiçek: Hayır, hayır, onu soruyorum. 

Recep Yazıcıoğlu: Siz yapıyorsunuz onları vali, bürokrasi tayin etmiyor valileri.

***

Recep Yazıcıoğlu: Şimdi halkı sisteme dahil edersek sistem güçlenir mi, zayıflar mı? 

Nuri Gürgür: Sayın Valim ona isterseniz değinelim. Güçlü devlet ayrı bir kavram. 

Recep Yazıcıoğlu: Güçlü devlet nedir yani, halkı sisteme ortak eden devlet değil midir güçlü devlet?

***

Recep Yazıcıoğlu: Bence bu madde çok güzel. Toplumda marjinal fikirler olacak. Biz diyoruz ki, toplum hizaya girsin, emir komutaya uygun hareket et sin. Her kafadan bir ses çıkmasın. 

Bir zamanlar Nazım Hikmet diyenlerin derisi yüzüldü. Şimdi Nazım Hikmet, Millî Kahraman ilan edildi. 

Dolayısıyla, bu tür fikirler hep olacak toplumda; bu çok güzel bir madde. Bunu kaldırdık mı o zaman ne olacak? Kim belirleyecek ne düşüneceğimizi? Devlet mi karar verecek ne düşüneceğimize?

***

Recep Yazıcıoğlu: Zaten hocam da biliyor. Dün dendi ki, “Sen sona kaldın, sona kalan dona kalmasın. Yarınki toplantıda söz hakkını kullanırsın.” İzin verirseniz, teklif getirmeyeceğim. Ama bakınız, şurada 20 küsur madde var. Devlet projesini tartışıyoruz. Aynı zamanda “Türkiye’de Tarih Felsefesi” dedik. Ondan sonra ne dedik? “Siyaset ve Hukuk” dedik. Peki ya idare? Bugün halkın idareyle işleri karışıktır. Biz de idarenin az çok içinde olduk. Dolayısıyla bu konuda söylenecek çok söz var. 

Şimdi şu metin içinde, mesela yerelleşmekten bahsedilmiyor. Halbuki yerelleşme Türkiye’de tartışılmalıdır. Efendim, “eyalet sistemi mi, yoksa üniter devlet sistemi mi?” Bunlar karıştırılırsa, ülkenin dirliği ve birliğine kadar gelir bu konu. 

Tamam, 150 yıldır tartışılıyor. Ama bunun bir formülasyonu lazımdır ve Türkiye’nin acil gündemidir bu. Şimdi bakıyorum, burada maddelerin hepsi, genel prensipler halinde güzel bir şekilde formüle edildi. Ama bir maddeyle de Türk idarî yapısını formüle etmek gerekecek. Bu katılımcı yönetimle, çoğulculukla, demokrasiyle, toplam kaliteyle yakından ilgilidir. 

Halk sisteme ortak olacak mı, olmayacak mı? Halk elini taşın altına sokacak mı, sokmayacak mı? Ülke merkezden yönetilmeye devam edecek mi, etmeyecek mi? Japonlar, ancak Amerikan işgali altında adem-i merkeziyete geçebildiler ve en büyük tartışma, bakanlıklarla yerel idareler arasındaki görev ve kaynak bölüşümü konusunda geçmiştir. 

Şimdi burada uygulama içinde olan arkadaşlarımız şüphesiz var. Ama bu uygulamayı göz önüne almayanlar çoğunlukta. Bakınız, taşrada çok ciddi bir erozyon, çok ciddi bir yozlaşma var. Sabah erken kalkan müdür oluyor. Siya setçi yani yerel politikacı işlevsiz. Yerel politikacının yeri yok bu memlekette. Serseri mayın gibi ortada dolanıp defter duruyor. Asıl bunu yerine oturtmamız lazım. Merkezdeki politikacıyla yerel politikacının yeri ne olmalıdır bu memlekette? Bürokrasinin yerine olmalıdır? Şimdi bunlar ya kavga ediyor ya uzlaşıyor ya da sütre gerisinde idare-i maslahat ediyor. Bu konu, tartıştığımız demokrasi ile çok yakından ilgili olduğu için, izin verirseniz bir iki söz söyleyeyim. 

Bakınız, Avrupa Yerel İdareler Özerklik Şartı’nı biz ne zaman imza etmişiz? 1988 yılında. Avrupa Yerel İdare Özerklik Şartı’nda, yurttaşların kamusal işlere katılma hakkından söz ediliyor. Yurttaşların kamusal işlere katılma hakkı, yerel düzeyde önemli bir kavramdır. Bu doğrudan içinde yurttaş bulunan bir yöne tim demektir. Biz katılmalı yönetimi, çoğulculuğu burada es geçemeyiz. 1921 yılında, -o insanlara da burada bir minnet sunmak gerekiyor- bunu nasıl formüle etmiş bu adamlar? Şimdi aradan 70-80 yıl geçti, hâlâ Meclis’te bir tasarı var ve bir arpa boyu mesafe getiremiyor. Bir anlayış değişikliği getiremiyor yani. 

Merkez küçülecek mi? Yoksa idarede, siyasette ve ekonomide ne olacak? Evet, ekonomiyle ilgili bir madde formüle edildi. Ekonomide merkezin küçülmesi öngürülüyor ama idarede küçülme öngörülmüyor. Halbuki merkezi küçültmeden halkı ve demokrasiyi yakalamak mümkün değil. Çünkü bütün ülke başkente taşınıyor. Daha az devlet, daha iyidir. Uygulamadaki kanunî sistem, öngörülen sistem değildir. Buna itiraz edilmesin ama daha çok devleti son aşamada yok ediyor. Şimdi bakınız ne diyor 1921 yılında konuşan milletvekilleri? Üstelik bunu konuşmakla bırakmamışlar, anayasa haline getirmişler. İllerde şûralar kurmuşlar. 11 Özel İdaresi in midir cin midir? Bu memlekette nereden çıktı bu Özel İdare? Kimin coğrafi alanındaki genel idare ile özel idare arasında coğrafi alan farkı var? Bizimle ne ilgisi var bunun? 

Merkezi idareyi küçülteceksek, il meclislerine ağırlık vereceğiz demektir. Belediye meclisleri gibi, köy meclisleri gibi halk yönetime katılacak. ABD’ye gittiğimizde bize söylenen şuydu: “Yaşadığım yer evimdir. Evimin içini ben yönetirim.” 

Bayıldık adamlara. Yani il, belde, köy neyse evimizin içini kim yönetiyor? Adan Z’ye kadar her şeyi Ankara’ya yazıyoruz. Arkasından da bürokrasi den şikayet ediyoruz ve bunun anti-demokratik olduğunu söylüyoruz. Çünkü halkı yönetime katmıyoruz. Adamlar formüle ediyorlar:

 İllerde şûralar -o zaman şûra moda olduğu için şûra diyorlar-, meclisler kuruluyor. Bugün bakanlıkların yerel düzeydeki tüm fonksiyonları ve sorumlulukları, kaynakları ile beraber bu il şûrasına, il meclisine veriliyor. İlçede meclis öngörülmüyor. Bu yanlış elbet de, orada da görülmesi lazım. Aslında belediye meclislerine ve köy meclisleri bakınız... 

***
***

Recep Yazıcıoğlu: Anayasa Komisyonu raportörü İsmail Suphi Bey’den bir alıntı yapacağım. Diyor ki:

“Şimdiye kadar memurun idaresinden çektiğimiz fedakârlıklar yüzünden, encümen bu memurun şekl-i idare-i hâzırasma resmen ilân-ı hak etmiş vilayetlerde dahi memurin lisansürini ve memurin şebeke sini kurmaya ahdetmiştir”. 

Devam ederek, 

“Binanaleyh bundan sonra seçilmiş memurlar olacak ve eğer iyi ekmişse iyi biçecektir. iyi intihab etmişse işlerini iyi memur görecektir. Eğer halk iyi intihap edememişse, bazılarımızın zannettiği gibi halkımızda henüz bu seviye hasıl olmamışsa...” 

Hani şimdi diyoruz ya, "halkımız bunu tecrübe sahasında öğrenecektir", bunun başka çaresi yoktur. Ne vakit başlamış olsak, geç başlamış olacağız. Hemen başlamalıyız, vakti gelmiştir.

 “Halk kendi intihab usûlünü ve fevâidini, mazarratını bilfiil tecrübe eder ve ameli tecrübeler, dersin fevkinde bir kıymete haizdir. Binanaleyh efendiler, encümenimiz vilayetlerin meclisleri tarafından bir heyet-i icraya iltihak edilme sini ve o heyet-i icraiyenin reisi tarafından bilfiil valilik vazifesinin ifa edilme sini münasip görmüştür. Ancak şu da var ki, vilayetler kendi başına bir devlet değildir. ABD hükümet-i müttehidesi gibi değildir. Her vilayetin haiz olduğu muhtariyet mahalli işlere münazırdır. O işler ki, yalnız o vilayeti alâkadar eder.”

Yine başka bir milletvekili, Kayseri milletvekili, bizim ABD’de şahit olduğu muz modeli dile getiriyor:
  “Bir adam kendi evine kendi karışabilir, kendi idare ederse, bu köylüler de kendi köyünü kendi idare eder. Bir kaza da kendi işini kendi görür. Mahalli meselede bir vilayet kendi işini kendi görür. Fakat umumi ve müşterek işler, umumi hükümet ve devlet mânâsı içerisine dahil oldukları zaman, ona da Meclis-i Millîler rü’yet eder”. 

Yani, adam görev bölüşümünü de gayet güzel yapmış. Şimdi burada, “jandarma merkezin bir görevidir” deniliyor. Bura da da bir görev bölüşümü var. Mesela küçük nafia işleri, mesela bir kanal veya bir köprü inşaası, yine maarif, ziraat, orman vs. işler mahalline bırakılmıştır. Sadece büyük devletin esas teşekkülüne ait işler tamamıyle merkeze alınmıştır. Onu da görev bölüşümü dahilinde yapmış. Jandarmayı merkeze bağlıyorlar. 

Aydın milletvekili Tahsin Bey buna karşı çıkıyor. Çok ilginçtir ki, adamın karşı görüşüne iştirak etmiyorlar. Ama adamın mantığı çok ilginç. Diyor ki: 

“Bu memleketteki en büyük sıkıntı ve şikayetler, polis ve jandarma mezaliminden kaynaklanmaktadır. Hiç bir vakit Ankara’da oturan Dahiliye Nazırı veyahut da hükümet-i merkeziyenin bununla alâkadar bir mercii, Bitlis vilayetinde ahaliyi kırbaçla öldüren jandarma neferinin cerâimin-den haberdar olamaz ve bunların hepsini gözönünde bulunduramaz. Bunlar da herhalde mahalli vezâiften addedilmeli, hiç olmazsa vilayetlerin meclis-i umumiyesinin nezaret ve murakabesi altında bulunmalı ve bunlar tarafından muaheze, azil ve nasb edilmeli. Yoksa biz ömrümüz oldukça dayaktan, kırbaçtan kurtulamayacağız...”.

Konuşmamışlar, anayasa yapmışlar. Şimdi mahalli idare reformu diye 70 yıldır bu memlekette konuşan adamlar bir arpa boyu mesafe kat edememişlerdir. Türkiye’deki merkezden yönetim yerine yerel yönetime geçirmek için 89 yıl önce bunu yapan adamları, burada şükran ve minnetle anmak gerekiyor. Helâl olsun bu adamlara. Bu işi yapamayanları da protesto ediyorum. Ama tabii ki sevgili halkımızın böyle bir talebi yok. Bu itibarla Ankara’daki idarî ve siyasi yapı da durup dururken, “Halkımızı da sisteme ortak edelim, yerelleşmeyi yapalım. İllerde, ilçelerde, beldelerde meclis olsun, halk yönetime katılsın” der mi? Böyle bir talep yok. Çünkü böyle bir talep halka sorumluluk getirir. Halka yetki de getirir. Katılımcı yönetim olmadan da demokrasi olmaz, çoğulculuk da, toplam kalite de olmaz. Merkez de sürekli yıpranır. Sürekli fatura öder. Ondan sonra da devletin gücü zaafa uğrar. Ama halkı siste me ortak eden devletler, güçlü devletlerdir. Halkı sistemin dışında bırakıp da, tankla, topla, tüfekle, emir-komutayla ülkeyi yöneten devletler hem faşist, hem otoriter, hem de kalkınmamış, geri kalmıştır. 

80 yılda ne kadar mesafe aldık, bunun kayda geçmesi iyidir.

***

Recep Yazıcıoğlu: Cumhurbaşkanımız göreve başlarken daha bismillah dediğimizde, polis devleti uygulaması ve yöntemlerinden bahsetti. Bir de sosyal adaletten. Türkiye’de orta sınıf yok oldu, sadece alttakiler ve üsttekiler var. Türki ye yağma ediliyor ve soyuluyor. Tabii bu demokrasi ve insan hakları ile çok ilgili. Tabanın fukaralaştırıldığı, zirvenin çok zenginleştiği bir toplumda nasıl olacak bu işler? Polis devletinde, bir gazeteci öldürüldü. Birisi dedi ki, “setten düştü.” O zatı vali yaptılar. Ondan sonra bu gazetecinin mahkemesi il il dolaştı. Düşünebiliyor musunuz, adamı öldürmüşler ama mahkemesi görülemiyor. Dava iki yıl il il dolaştı. “Komünistti zaten, ölebilirdi” diye düşünen insanlarımız da var. 

Önce demokrat olmak gerekiyor. Halk da demokrat olacak tabii, yönetenler de. Şimdi bu toplantı ve gösteri yürüyüşleri facia Türkiye’de. Kanun diyor ki, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı var. Ama idareye veriyor bu hakkın kullanımını. İdare de, mesela Erzincan’da diyor ki, “Şeker fabrikasının yanından yürüyeceksin, arka sokaklardan dolanıp bilmem hangi caddeden geçeceksin.” Biz bunu değiştirdik. “Ana caddede yapılsın” dedik. Toplantı olacak ama toplantı yapacak adam bulamadık. O da ayrı bir iş ama toplantı yapsa, 3 kişinin üzerine 300 kişi saldırıyor. Ya hu millet bırakın bağırıp çağırsın. Bağırıp çağırmazsa bir gün büyük bir patlama olur. Bu sübapların genişletilmesi lazım. Bu toplum da şarj olacak elbette. Adam “IMF’ye hayır” diyor ama polis ağzını kapatıyor, bırak söylesin kardeşim. IMF’ye evet desene yazar, hayır desene yazar? Yani bu polis devleti işini de vurgulayalım. 

Şimdi bakınız Almanya’da, Amerika’da emniyet müdürleri sivildir. Adamlara "göreviniz nedir?" diye sorduğun zaman “bizim görevimiz polise karşı halkı korumaktır” diye cevap veriyor. Sivil emniyet müdürünü düşünmekten vazgeçtik; sivil bir görev olan valilere bile üniforma giydiriyoruz artık. Bir zamanlar emekli orgeneraller bölge valisi olacaktı, şimdi polis şeflerini vali yapıyoruz. Polis şefinin vali olduğu bir memlekette, polisi kime şikayet edeceğiz? Tatbikatta bunlar insanları rahatsız etmiyor. Kimse sesini çıkartmıyor. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu çalışsın şu memlekette, insanlar fikirlerini yüksek sesle haykırsınlar. Hayır, on dan sonra da işte yazar çizerlerin defteri duruluyor. Bunu haykırmamız lazım. Ben Cumhurbaşkanının yaptığı o radikal çıkışın bile önemli olduğunu söylüyorum. Adam durup dururken mi sosyal adaletten bahsediyor? 

Sosyal adaleti unuttuk, kimse bahsetmiyor çünkü. 130 milyar dolarlık uyuşturucu trafiğinden bahsediliyor. Eğer bu doğru ise yani bütçenin iki misli para bu ülkeye giriyorsa, eğer bu kara para finanse ediliyorsa; insan hakları, demokrasi, hukuk devleti, seçim, sandık vs. tamamen anlamsızdır. Peki ama ne yapacağız, bunlara nasıl tavır koyacağız? Nasıl bunu yüksek sesle haykıracağız? Bu kara para çeteleri tartışılmadan aklanmıştır Meclis’te. Tartışma bile yapılmıyor, çünkü vakit geç olmuş, arkadaş tatile gidecek. Bu memlekette bir sürü faili meçhul cinayet oldu ve bunlar aklandı. Basında buna yönelik doğru dürüst bir eleştiri bile çıkmadı. Halbuki, “Susurluk’tan önce, Susurluk’tan sonra” diye Milat yazacaktık. Şu memlekette bırakın Milat yazmayı, eleştiri bile yapılmıyor şimdi. Kahramanlar ortada dolanıyor, kamyon şoförü mahkûm oldu. Bir de iki üç tane polis, görevi ihmalden yargılanıyor. Çeteye kırmızı pasaport verilmiş, silahlar verilmiş. İtalya bu kadar pisti, bu kadar karanlıktı da, Türkiye bu kadar ak, bu kadar berrak, bu kadar şeffaf mıdır? Türkiye’de demek ki hiç bir şey olmuyor. O zaman mesele yok zaten.

***

Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu'nun 21-23 Temmuz 2000 tarihlerinde "Demokrasi ve Hukuk Devleti" başlığı çerçevesinde düzenlenen bir toplantıda söz alarak belirttiği görüşleri tarafımızca derlenmiştir.

Muhammet Negiz

***

Share:

0 yorum:

Yorum Gönder


En Popüler Yayınlar

ETİKETLER

17. Yıl (1) 1921 (1) 1939 Erzincan Depremi (1) 1990-2000 (1) 1999 seçimleri (1) 28 Şubat (2) 3Y Kuralı (1) 68 Kuşağı (1) 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1) 77. Yıl (1) Açık Kapı Politikası (2) Adana (1) Adana Bahçe (1) Adem-i merkeziyet (1) Ademi Merkeziyet (1) Adnan Kahveci (9) Afrika (1) Afyonkarahisar Valisi İrfan Balkanlıoğlu (1) Ağrı (2) Akçakoca (2) Akçakoca Kaymakamlığı (1) Alaca (1) Alaca Kaymakamı (1) Ali Aygören (1) Ali Coşkun (2) Ali Çoşkun (1) Ali Demirsoy (1) Alkol (1) Altın Yıllarında Tokat (1) Anayasa (2) Anı (1) Anılar (11) Ankara (2) Ankara Valisi Nevzat Tandoğan (1) Anma (1) Apartman Yöneticiliği (1) Ardanuç (1) Arkadaşları (1) Aşırı Merkezileşme (1) Atamalar (1) Atilla Şahin (1) Avrupa Birliği (2) Ay TV (2) Aydın (25) Aydın Havaalanı (1) Aydın Marangozlar Odası (1) Aydınlarımız (1) Ayhan Aykanat (1) Ayşe Kulin (14) Ayşegül Ünsal (1) Ayvacık (1) Bahçe (1) Bahçelievler Belediyesi (1) Bakanlık Sayısı (1) Bankamatik Valisi (1) Basın Toplantısı (1) Başbağlar (6) Başbakanlık (1) Başbaşa (1) Başhekim (1) Başhekimin Odası (1) Başörtüsü (2) Başpınar Köprüsü (4) Bekir Aksoy (1) Belediye Başkanı Talip Kaban (1) Besim Tibuk (1) Beşköy Beldesi (1) Betül Kocabay (1) Biga Kaymakamı Fatih Genel (1) bildiri (1) Bir Kent- Bir Adam- Bir Yorum (1) Bitmeyen Senfoni (1) Bolu (1) Bordro (1) Botanik (1) Bozdağ Kayak Merkezi (1) Bu Sistem Değişmeli (3) Butto (1) Bülent Ecevit (2) Bürokrasi (12) Bürokrasi Hastalığı (1) Bürokrat (1) Bürokratik Cumhuriyet (1) Büyük Tokat Oteli (1) Can Air (1) Cemal İncesoylar (1) Çadır (1) Çalıştay (1) Çanakkale (1) Çoğulcu Yapı (1) Çorum (2) Daimi Koçak (1) Daire Müdürleri (1) Dava (1) Demokrasi (10) Demokratik Cumhuriyet (1) Denetim (1) Deniz Baykal (1) Denizli (26) Denizli Belediye Başkanı (1) Denizli Depremi (1) Depolitizasyon (1) Deprem (3) Deprem Mühendisliği (1) Deprem Projesi (1) Destek (1) Devlet (1) Devlet Planlama Teşkilatı (1) Devlet-Millet İşbirliği Projesi (1) Devletin Bekası (1) Doğa Sporları (13) Doğa Sporları Festivali (1) Doğa Sporları ve Çevre Birliği (1) Doğa Tutkunu (1) Doğu Anadolu Araştırmaları (1) Doktora Tezi (2) Dost-Düşman (1) Dördüncü Murat (1) Düşünce Özgürlüğü (1) Düşünen Vali (1) Eğin (2) Eğitim (2) Ekonomik Kriz (1) Ekşisu (1) Eleştiri (2) Elvan Feyzioğlu (1) Erdal Beşikçioğlu (6) Ergan Dağı Kayak Merkezi (3) Ergan Dağı Projesi (1) Erozyonu Önleme (1) Erzincan (41) Erzincan Depremi (17) Erzincan Havacılık Taşımacılık ve Turizm A.Ş (Erhat) (2) Erzincan İl Özel İdare (1) Erzincan Kanunu (1) Erzincan Turizm (1) Erzincan Valisi Ali Arslantaş (1) Eserleri (1) Evlilik (1) Eyalet (1) Eyalet Sistemi (1) Eyüp Eroğlu (1) Faili Meçhul (1) Fatih Kılıç (1) Fatih Kısaparmak (1) Fatma Yazıcıoğlu (1) Fehmi Koru (1) Ferudun Çelikmen (1) Fıkra (1) Fikret Bila (2) Film (2) Fransa (2) Girişim ve Dayanışma Derneği (1) Girişimci Bürokrasi (1) Girişimci Bürokrat (1) Girişimcilik (1) Girokrasi (1) Girokrat (1) H. Aliyar DEMİRCİ (1) Haber (2) Hakem Devlet (1) Halası Meryem Yazıcıoğlu (1) Haliç Toplantıları (1) Halil İbrahim Özdemir (2) Halil Rıfat Paşa (1) Halim Gençoğlu (1) Halkın Yönetime Katılımı (1) Hammurabi (1) Hamur (2) Hamur Kaymakamlığı (1) Hantal devlet (1) Hasan Basri Aktan (1) Hatay (1) Havayolu Şirketi (1) Hayat Felsefesi (1) Hediye Kitap (1) Hızır Paşa (1) Hidroterapi (1) Hikmet Köksal (3) Hizmet Makamı (1) Hürsöz Gazetesi (2) Hüseyin Sipahi (1) IMF (1) IV. Murat (1) İbn Kemal Sempozyumu (1) İbrikçibaşı Hikâyesi (2) İçişleri Bakanı (1) İçişleri Bakanlığı Genelgesi (1) İdari Reform (1) İdris Küçükömer (1) İl İdare Kanunu (1) İl Sayısı (1) İlber Ortaylı (5) İlçe Meclisleri (1) İletişim (1) İliç (1) İmla (1) İnsan (1) İsmet Ülker (1) İstanbul (2) İstisna Vali (1) İsviçreli Bolongarden firması (1) İş Ahlakı (1) İşkence (1) Jeotermal (3) Jürgen Habermas (1) Kalkandere (2) Kalkandere Kaymakamlığı (1) Kalkınma (2) Kamu Yöneticisi Davranışı (1) Kamu Yönetimi Reformu (2) Kamuda Tükenmişlik (1) Kamuda Yeniden Yapılanma (1) Kanal 7 (1) Karakol (1) Karanlık Kanyon (3) Karasu (1) Karikatür (1) Kasım Özsoy (1) Kayıtdışı Ekonomi (1) Kaymakam Dizisi (1) Kazım Erdem Özsoy (4) Keban Barajı (2) Kemah (1) Kemaliye (9) Kenan Evren (3) Keşiş Dağı (1) Kırıkhan (1) Kızılay (1) Kişilik (1) Kişisel Gelişim Lideri (1) Kitap (6) Kitaplar (1) Konferans (1) Konuşan Vali (1) Konuşma (3) Koruma (1) Koşullanmama Hakkı (1) Köksal Pabuçcu (3) Köprü (15) Köprü Dizisi (16) Köprü Filmi (2) Köşe Yazısı (49) Kurtarıcı Beklemek (1) Kuvvetler Ayrılığı (1) Kütüphane Seferberliği (1) Laiklik (3) Liyakat (1) Mahalli idare reformu (1) Mahalli İdareler (1) Mahkeme (1) Mahmut Balcı (2) Makale (5) Makam Arabası (1) Mamudizim (1) Marmara Depremi (2) Mehmet Akif Bal (1) Mehmet Emin Ulu (1) Mehmet Kemal Yazıcıoğlu (11) Mektup (1) Melih Aşık (1) Memur (1) Merkez Valiliği (12) Merkezi İdare (7) Meryem Yazıcıoğlu (6) Mesai Arkadaşları (1) Mesut Yılmaz (2) Mezar Taşı (1) Milas (1) Milliyet (1) Minibüs (1) Motosiklet (1) Muğla (1) Muhalif Bir Yazar (1) Muhammet Negiz (6) Muhtar (1) Munzur Dağı (1) Munzur Dağları (1) Mustafa Yazıcıoğlu (7) Mülkiyeliler Birliği (1) Mümtaz Soysal (1) Müzakereci Demokrasi (1) Müzakereci demokrasi teorisi (1) Müzakereci paradigma (1) Nafiz Özmen (1) Nahit Menteşe (1) Ne Yan Yana Ne Karşı Karşıya (2) OHAL Valisi (1) Okul Yapımı (1) Organik Tarım (1) Orhan Öztürk (1) Osmanlı (1) Osmanlı Sistemi (1) Ozan Balcı (1) Ömer Faruk Ünal (1) Ömer Lütfi Mete (1) Ömer Yaşın (1) Örnek Vali (1) Özel İdare (1) Özel İdare Kanunu (1) Özgürlük (2) Özsöz Gazetesi (1) Pamukkale (1) Panel (1) Paraşüt (2) Paşabatıran (1) Paşayaylası Oteli (1) PDF (1) Phoma Recepii (1) Polis (6) Polis Devleti (2) Polislerin Yürüyüşü (1) Popülizm (1) Prens Sabahattin (1) Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara (1) Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil (1) Prof. Mustafa Said Yazıcıoğlu (11) Profesör Dr. Osman Altuğ (2) Protokol (1) Psaphellus Recepii (1) Radikal demokrasi kuramı (1) Radyo Programı (2) Rafting (7) Recep Tayyip Erdoğan (1) Recep Yazıcıoğlu (1) Recep Yazıcıoğlu Belgeseli (2) Recep Yazıcıoğlu Düşünce (1) Recep Yazıcıoğlu Düşünce Grubu (1) Recep Yazıcıoğlu Köprüsü (2) Recep Yazıcıoğlu Kültür ve Dayanışma Derneği (1) Recep Yazıcıoğlu Müzesi (1) Recep Yazıcıoğlu Örneği (1) Rize (1) Robinson Crusoe (1) Röportaj (5) Rusya (1) Rüveyda Yazıcıoğlu Durmaz (1) Sadettin Tantan (3) Sağlık Turizmi (1) Sait Yazıcıoğlu (2) Sansa Boğazı (1) Saydamlık Eksikliği (1) Sedef Kabaş (2) Sedef Kabaş ile Potreler (1) Selma Yazıcıoğlu Özcan (1) Seminer (1) Sempozyum (2) Sendikalar (1) Sıradışı Bir Vali Recep Yazıcıoğlu (1) Sigara (1) Sistem (2) Sivil Anayasa (1) Sivil Toplum (4) Siyaset (2) Sosyal Adalet (1) Söke (1) Söyleşi (13) Sözlü Tarih (1) Sözün Özü (1) Stajyer Kaymakam (1) Su Kayağı (1) Su Sporları (1) Susurluk (1) Sükuti Tükel (1) Süleyman Demirel (4) Süper Vali (2) Sürmene (2) Şarkı (1) Şemsi Denizer (1) Şevket Gültekin (1) Şiir (2) Taha Akyol (1) Tamer Aksoy (1) Tanıklar (1) Tansu Çiller (1) Taş Yolu (3) Taşra Örgütleri (1) Taşyolu (1) TBMM (1) Tebdil-i Kıyafet (1) Tebliğ (1) Teknik Devlet (1) Tembellik ve Beleşçilik Kültürü (1) Terör (2) Tez (2) Tınaz Titiz (2) Tiyatro (1) Tokat (45) Tokat Hava Yolları (1) Tokat Modeli (1) Tokat Özel İdare Uygulaması (1) Tokat Turban Turizm AŞ (1) Toplum (1) Toplumsal Barış (1) Toplumsal İnisiyatif (1) Toplumsal Uzlaşma (1) Trabzon (6) Trafik Cezası (1) TRT (1) Turan Yalçın (6) Turgut Özal (12) Turizm (1) Turizm Bakanı Ahmet Tan (1) Turizm Potansiyeli (2) Turizme Maya (1) Türban Krizi (1) Türk Hava Kurumu (1) Türk İdareciler Günü (1) Türk Modernleşmesi (1) Türkiye markası (1) Türkiye Turizm Ansiklopedisi (1) TÜSİAD (1) TV Programı (2) Twitter (1) Uçak (1) Uğur Mumcu (1) Üniversiteler (1) Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1) Vali (2) Vali Abdulkadir Demir (1) Vali Filmi (1) Vali Recep Yazıcıoğlu Kongresi (1) Valilik (1) Van Depremi (1) Vasiyeti (4) Vefat (18) Vefat Yıldönümü Mesajı (1) Vergi (2) Yamaç Paraşütü (4) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (1) Yasa Tasarısı (1) Yasakçı Vali (1) Yavuz Donat (1) Yayla Turizmi (1) Yazmacılar Hanı (1) Yeni Erzincan Nasıl Kuruldu ve Niçin Bitirilemedi (1) Yeni Şafak (1) Yerel İdareler (4) Yerel Yönetimler (10) Yerel Yönetimler Reformu (1) Yerel Yönetimler Yasa Taslağı (1) Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (1) Yerelleşme (2) Yetki (1) Yıldırım Akbulut (1) Yılmazlar Köyü (1) Yolsuzluk (2) Yöneticilikte Örnek (1) Yönetim (1) Yönetim tarzı (1) Yönetime Politik Etkiler (1) Yüksek Lisans Tezi (1) Zeki Demirbaş (1) Zenci (1) Ziya- ül Hak (1) Ziyaretçi (1)

Translate


Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!... İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar. Yahya Kemal Beyatlı

Blog Archive

ÖĞRENMEYİ SEVMEK

"Bilgiye sahip olarak doğmuş birisi değilim. Yalnızca öğrenmeyi ve öğretmeyi seviyorum."
Konfüçyüs

"Bilgi, ahlaki hareketten kalan şeydir."
Nurettin Topçu

Bu Blogda Ara

Link list 3

Blog Archive