TERÖRLE MÜCADELEDE BÜROKRATLARIN ROLÜ: RECEP YAZICIOĞLU ÖRNEĞİ*
Özet
Her ülkenin jeopolitik konumuna veya tarihsel sürecine göre birtakım güvenlik ve terör sorunları olabilmektedir.
Ülkeler güvenlik ve terör sorunlarını çözebilmek için gayret göstermektedir. Zira devlet, vatandaşlarının güvenlik
ihtiyacını da karşılamakla yükümlü bir aygıttır. Devlet olarak terörle mücadelede başarı elde etmenin yolu
öncelikle meseleye bakış açınızla ilgilidir. Bu konuda bugüne kadar defalarca denenen fakat kısa vadeli sonuçlar
elde etmenin ötesine geçemeyen mücadele yöntemi, tamamen kolluk kuvvetleri üzerinden yürütülen silahlı
mücadeledir. Bu yöntemin uzun vadede ülkemizin terör sorununu çözmediği ortadadır. Fakat asıl terörle mücadele
dediğimiz şey içerisinde silahlı mücadelenin yanında idari, sosyal, siyasal, ekonomik ve toplumsal birçok faktörü
bulunduran bütüncül bir yaklaşımla ele alındığı takdirde tam anlamıyla verim alınabilecek bir kavramdır.
Bu bağlamda terörle mücadele açısından devlet kademesinde yer alan her bir bürokrata ayrı ayrı sorumluluklar
düşmektedir. Recep Yazıcıoğlu söz konusu bu sorumluluğu kendi bünyesinde fazlasıyla hisseden, görev aldığı her
bir kademe ve görev yaptığı her il ve ilçede bunun bilincinde olan bir devlet adamıdır. Görev yaptığı yerlerde
terörle mücadele anlamında meseleye farklı bir bakış açısı getirebilmiş, konunun merkezden gelen direktiflerden
ziyade yerel düzeyde hakla iç içe olarak ve onlara dokunarak çözüleceğine inanmıştır. Sadece silahlı mücadele ile
meselenin çözülemeyeceğinin bilincinde olan Recep Yazıcıoğlu, kendi imkânları dâhilinde terörle mücadele
noktasında idari, sosyal, siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan kısa, orta ve uzun vadede birçok faaliyet ortaya
koymuştur. Yazıcıoğlu’nun ortaya koyduğu çözümler bütün devlet yöneticileri için birer örnek teşkil etmesini
sağlayarak bu anlamda da bir liderlik örneği sergilemiştir.
Bu çalışmada Recep Yazıcıoğlu örneğinden hareketle terörle mücadele noktasında başarı elde etmenin, sadece
kolluk kuvvetlerinin verdiği silahlı mücadele ile değil bürokrat, siyasetçi ve vatandaş fark etmeksizin herkesin
katkılarıyla ve çok yönlü bir yaklaşımla mümkün olacağı anlatılmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Terörle Mücadele, Güvenlik, Bürokrasi, Liderlik, Recep Yazıcıoğlu
ME ZORLU, M ÇAMLI
…
THE ROLE OF BUREAUCRATS IN COUNTER- TERRORISM: THE CASE OF
RECEP YAZICIOĞLU
ABSTRACT
Each country has its own security and terrorist problems and strives to solve these problems. Because the state is
a device that is obliged to meet the security needs of its citizens. As a state, the way to achieve success in the fight
against terrorism is primarily related to your perspective on the issue. The method of struggle that has been tried
many times in this regard until today but cannot go beyond obtaining short-term results is the armed struggle
carried out entirely through law enforcement agencies. It is clear that this method does not solve our country's
terror problem in the long run. However, what we call the fight against terrorism is a concept that can be fully
efficient if it is handled with a holistic approach that includes many administrative, social, political, economic and
social factors besides armed struggle.
In this context, each bureaucrat at the state level has separate responsibilities in combating terrorism. Recep
Yazıcıoğlu is a statesman who deeply feels this responsibility in his own body and is aware of this in every level
he is assigned and in every province and district he serves. He was able to bring a different perspective to the issue
in terms of combating terrorism in the places he served, believing that the issue would be resolved by touching
and intertwining with the right at the local level rather than directives from the center. Recep Yazıcıoğlu, who is
aware that the issue cannot be solved only with armed struggle, has carried out many activities in the short, medium
and long term in terms of administrative, social, political, economic and social aspects in the fight against terrorism
within his own means and by ensuring that they set an example for all state administrators. has also demonstrated
an example of leadership.
Based on the example of Recep Yazıcıoğlu, in this article, it has been tried to explain that achieving success in the
fight against terrorism is possible not only with the armed struggle of law enforcement but also with the
contributions of everyone, regardless of bureaucrats, politicians and citizens, and with a multi-faceted approach.
Keywords: Counter Terrorism, Security, Bureaucracy, Leadership, Recep Yazıcıoğlu
GİRİŞ
Küresel dünyada terör sorunu ülkelerin en çok uğraştığı sorunlardan biridir. Ülkemizde
terör sorunu bilinen bir gerçektir ve günümüzde de devam etmektedir. Bu noktada bu
çalışmamızda ülkemizde terör soruna bürokratlar üzerinden değerlendirilecektir. Bu
değerlendirme de ülkemizde ‘’süper vali’’ olarak tanınan Recep Yazıcıoğlu’nun hayatı ve
özellikle Erzincan valiliği dönemde terörle mücadele de yapmış olduğu faaliyetler ve
Yazıcıoğlu’nun katıldığı programlarda söylemler üzerinden analiz edilecektir.
1. TERÖR VE TERÖRİZM
Terör, siyah ve beyaz kadar net bir şekilde tanımı yapılabilen evrensel bir kavram
değildir. Terör, içerisinde daha çok gri alanların hâkim olduğu bir kavram olmuştur. Bunun
nedeni, terörün sübjektif bir kavram olması ve haklı-haksız, suçlu-suçsuz gibi
değerlendirmelerin kişilerin ya da devletlerin o an ki duruşlarına, kişisel veya milli çıkarlarına
göre değişkenlik gösterebilmesidir. Örnek verecek olursak; Bir teröristin devletin kolluk
kuvvetleri tarafından öldürülmesi o devlet açısından haklı bir durum ve vatandaşlarının can ve
mal güvenliğini sağlama olarak nitelendirilebilirken, aynı olaya başka bir devlet kendi çıkarları
ölçüsünde insan haklarına saldırı, katliam vb. şekillerde suçlamalar yöneltebilmektedir. Bir
ülkenin sınırlarını korumak için mücadele ettiği terörist gruplara, bir başka ülke silah ve
mühimmat yardımı yapabilmektedir. İşte bu durum terör literatüründe “birinin teröristi,
diğerinin özgürlük savaşçısı” şeklinde özetlenir ve genel geçer bir terör tanımı yapılmasını
engeller (TBB, 2006: 12-13).
Sözlük tanımlarına baktığımızda, Türkçede yıldırma, korkutma ve cana ve mala zarar
verme gibi anlamlara gelen terör kelimesinin (TDK, 1998: 2200) aslı Latince “terrere”
sözcüğünden gelmekte ve caydırmak, korkutmak, korkutup kaçırmak ve dehşete düşürmek gibi
anlamlar içermektedir (Güzel, 2002: 15). Bir kavram olarak ise terör ilk defa “Dictionnaire de
l'académie Français” in 1789 senesinde yayınlanan ekinde “terör sistemi; rejimi” şeklinde
kullanılmıştır (Altuğ, 1995: 19). Terör veya terörist kelimelerinden anlaşılan klasik anlam ise
yüksek korku verici, felce uğratan ve alt üst eden durum şeklinde ifade edilmektedir (Keleş ve
Ünsal, 1982: 2).
Terörizm ise sözlük tanımlamasında, siyasal ve toplumsal hedeflere ulaşmak için,
bilinçli ve düzenli olarak yapılan yıldırma hareketlerini ifade etmektedir (TDK, 1998: 2200).
Terörizm kelimesinin sonunda, her ne kadar siyasi ve felsefi sistemlerde olduğu gibi “izm” eki
olsa da terörizmin kendisi bir ideolojiyi barındırmaz. Daha çok ideolojik olarak hedeflenen bir
amaç için kullanılan araç ya da hareket tarzı olarak ifade edilir (Zafer, 1999: 3). Dilmaç ise
(1997: 19) söz konusu ideolojilik ilişki hakkında terörizmi, siyasal bir ideoloji etrafında bir
araya gelen insanların, mevcut siyasal iktidarı ya da rejimi hedef alan şiddet eylemleri, fiili
saldırıları olarak tanımlar. Siyasal bir amaç doğrultusunda yapılmayan şiddet eylemleri örgütlü
bile olsalar terör kapsamından ziyade suç, organize suç kapsamında değerlendirilmektedir. Bu
nedenle siyasal amaç terörizmin önemli unsurlarından bir tanesidir (Alkan, 2002: 14). Buradan
hareketle terörizmin kendisi bir ideoloji değil, belli ideolojiler için yapılan şiddet eylemleridir.
Terörizm konusu hakkındaki diğer görüşlere bakıldığında ise benzer nitelikte evrensel
bir tanımlamanın pek mümkün olmadığı ancak şiddet unsuru ve korku salma noktasında hem
fikir olunduğu görülmektedir (Laqueur, 2002: 96). Ergil (1980: 1) konu ile ilgili çalışmasında
terörizmin bir başka boyutuna değinmiş ve insan kaçırmadan, bombalamaya ve cinayete varan
bu eylemlerin diğer bir amacının hedeflenen kitleden daha büyük bir kitleyi korkutma, yıldırma
ve üzerlerinde baskı oluşturarak kendi saflarına çekmek olarak tanımlamıştır.Benzer şekilde
Wilkinson (2002: 144)’da terörizmi, kişileri, toplumu ya da siyasal iktidarı yıldırarak, siyasal
taleplerini kabul ettirmek üzere şiddet eyleminde bulunmak ve toplumun genelinde bir infial uyandırmak olarak nitelemektedir. Terör eylemlerinin asıl amacı, yapılan eylemin kendisinden
ziyade, eylemin hedef kitle üzerinde yapacağı etkilerdir (Çiftlioğlu, 2006: 42).
Terör ve terörizm konularına “eylem-söylem” ayrımı biçiminde yaklaşan Bal (2006:
34)’ a göre terör, sivil vatandaşların ya da güvenlik güçlerinin herhangi bir amaca yönelik
olarak ses getirici biçimde öldürülmesidir. Bu yaklaşıma göre yapılan eylem aynı zamanda
söylemi de belirlemektedir. Yapılan eylemlerin yol açtığı durumlar üzerinden geliştirlen
söylemlere ise terörizm denilmektedir. Kısaca terör ve terörizmin eylem-söylem ilişkisi yapılan
şiddet fiili- öldürme, kaçırma, tehdit vb-, ile bu fiilin açtığı alanda yapılan söylem olarak ifade
edilebilir (Bal, 2006: 5).
Yapılan terör ve terörizm tanımlamalarının hepsi konuyu belli noktalardan ele almakta
ve fakat tek başına yeterli olmamaktadır (Özçatalbaş, 2006: 5). Bu durum yukarda bahsedilen
konunun subjektif olması ile örtüşen bir durumdur. Alex Schmid tarafından terörizm üzerine
yapılan bir araştırma olan “Political Terrorism”(1983) isimli eserde 1936’dan 1981 yılına kadar
dünya üzerinde 109 farklı terörizm tanımı yapıldığı tespit edilmiştir (Hazır, 2001: 45).
1.1. Terörizmin Nedenleri
İnsanların terörist olmalarına neden olan yolun başında, ortasında ve sonunda hep
propaganda ve buna bağlı gerçekleşen beyin yıkama vardır. Propagandaya zenginlik katacak
malzeme ne kadar çok olursa, terörist üretmek de o kadar kolay olacaktır. Terör ya da terörist
kelimelerini ilk duyduğumuz esnada içimizde oluşan duygu nefret, beynimizde beliren imaj ise
kısmi bir şaşkınlıktır. Bir insan böylesi vahşet içeren eylemleri nasıl olur da yapabilir sorusuna
karşı yaşadığımız şaşkınlık ve olayı bir türlü anlamlandıramama durumu, bizi çoğu zaman
konuyu kısa tanımlarla geçiştirmeye yöneltmiştir. Yaptığımız bu kısa tanımlamalar ise daha
çok duygusal olup içerisinde çok fazla analiz barındırmamaktadır. Normal vatandaşların bu tür
duygusal tepkiler vermeleri normal karşılanabilir ancak devletler ve konu ile ilgilenen
araştırmacılar meseleye bilimsel bir açıklama getirmek durumundadırlar (Bal, 2006: 13).
ktadır. Bunlardan ilki, teröristlerin özel hayatlarında yaşadıklarından ötürü bu yolu
seçtiklerini belirtir. Bu görüşe göre teröristlerin belirttikleri sorunlar gerçek yaşamlarında olsun
ya da olmasın bunun bir önemi yoktur çünkü onlar zaten hasta ruhlu insanlardır ve bunları
yapmaya meyillidirler. Sunmuş oldukları özel yaşamlarına yönelik sorunlar ise sadece
yaptıkları terör eylemlerini meşrulaştırmaya ve kendilerini acındırmaya yönelik bahanelerdir.
Neden terörist olunur sorusuna yönelik ikinci görüş ise, insanların ekonomik, sosyal ve siyasal
gerekçelerle bu yola başvurdukları yönündedir. Yakalanan ve hapiste yatan teröristler üzerine
yapılan incelemeler, olaylara çözüm ararken ki yaklaşım tarzlarının marjinal olduğunu ve kısa
yoldan bu işi şiddetle çözme taraftarı olduklarını göstermektedir (Hudson, 1999: 35-58).
İnsanların terörist olmalarının ya da bu tür eylemlere başvurmalarının birden fazla özel veya
genel sebebi olabilir. Ancak literatürde genel kabul görmüş sosyal, siyasal ve ekonomik
etkenlere bakmak konunun anlaşılması açısından daha faydalı olacaktır.
Sosyal nedenlere bakıldığında insanlar arasında din, mezhep ve tarikat ayrımlarının
bulunması, eğitim seviyesinin düşüklüğü, etnik ayrılıklar, azınlık olma durumu ve devlete olan
bağlılık duygusunun azalması gibi hususların temelde yatan sebepler olduğu görülmektedir.
Siyasal nedenlerde ise, hükümet otoritesinin yetersiz oluşu, mevcut siyasal partiler arası
gerginlikler, kurumların yozlaşması, siyasal baskı ve ideolojik unsurlar gibi gerekçeler ortaya
çıkmaktadır. Son olarak ekonomik nedenlere bakıldığında ise, vatandaşların fakir olması, gelir
dağılımındaki adaletsizlikler, işsizlik, ailesine bakamama durumu ve bunun getirdiği
bunalımlar gibi gerekçelerle insanların terörizme yöneldikleri görülmektedir (TBB, 2006: 142-
143). Devlet her vatandaşın tercihlerini kontrol etme şansı ve yetkisine sahip bir aygıt değildir.
Bu nedenle vatandaşlarının terörist olmasını yüzde yüz engelleyebilme şansı yoktur. Fakat gerekli mücadele yöntemlerini benimseyerek bunu en aza indirebilme imkânına sahiptir.
Burada önemli olan doğru mücadele tekniklerini benimseyebilmektir.
1.2. Terörizmin Tarihsel Süreci
Terörizmin ortaya çıkışına ve geçirdiği dönüşümün tarihsel serüvenine bakıldığında
genelde dört başlık altında ele alındığı görülmektedir.
1.2.1. Eski Çağlar Terörizmi
Hemen hemen Hz. İsa’nın doğumu ile başlayıp, 1789 Fransız İhtilali’ne kadar devam
eden bu dönemde, adına bugün terörizm denilen kavramın ilk örnekleri, birtakım dini ritüellerle
kamufle edilmiş tarikat-mezhep yapılanmalarında ortaya çıkmıştır. Bu yapılanmaların ortak
özelliklerine bakıldığında ise siyasal ve dinsel amaçların birlikte var olduğu görülmektedir.
Kendilerine suikast biçiminde bir eylem tarzı belirleyen bu yapılanmalarda, cenneti kazanma
vaadiyle motive edilmiş fedailer bulunmaktadır. Suikastlarda hedeflenen kişilerin öncelikli
olarak hükümdarlar ya da üst düzey devlet görevlileri olması, şiddetin seçkinlere yönelik
olduğunu göstermektedir. Çağın şartları düşünüldüğünde iletişim ve propaganda olanaklarının
yok denecek kadar az olduğu söylenebilir (TBB, 2006: 27-28).
Tarihin ilk terör örgütü olarak kabul edilen yapılanma, terörizmin bu çağında yani MS
66-73 yıllarında “Sicarii” isimli Filistin’de ortaya çıkmış mezhepsel bir örgüttür. Son derece
radikal, bağnaz ve Roma İmparatorluğu karşıtı din adamlarından oluşan Sicarii mezhebi
mensupları, kamu binalarına, tahıl ambarlarına, su kanallarına saldırılar düzenlemekte ve
hedeflerine aldıkları Yahudi Barış Partisi üyelerini, kalabalık ortamlarda ses getirmek amacıyla,
cübbelerinin altında sakladıkları ve isimlerini de oradan aldıkları “sica” denilen hançerlerle
öldürmektedirler (Altuğ, 1995: 28).
Sicarii’lerden sonra ikinci en eski terör örgütü olarak kabul edilen yapılanma ise Hasan
Sabbah’ın kurucusu olduğu “Haşhaşinler”dir. Şii- İsmaili mezhebinin bir kolu olan ve radikal
İslami örgütlerin öncüsü kabul edilen bu örgütün benimsedikleri temel amaç Allah’ın iradesini
uygulamaktır. Kurucu Hasan Sabbah’a göre dini-siyasi bir yapılanmanın inceleme, propaganda,
örgütlenme ve saldırı süreçlerinden geçmesi ve tüm dünyayı kontrolü altına alabilmesi için bir
“Kurtarılmış Bölge” elde etmesi gerekmektedir. Bu bölge kendisine göre Alamut Kalesi’dir.
Alamut dolaylarında kısa sürede “Köyün Tanrısı” unvanını elde eden Sabbah, Mürşitler,
Dayılar ve Fedayinler olarak kategorize ettiği örgüt yapısını oluşturmuştur. Siyasi suikastları,
siyasi güç elde etme unsuruna dönüştüren ve terörizmin ilk doktrinini hazırlayan kişi olarak
tarihe geçmiştir (Taheri, 1990: 45-54).
Yine eski çağlarda Hintli “Hür Kardeşlik Örgütü” ile Çin’in “Beyaz Nilüfer”, “Büyük
Bıçaklar” ve “Kızıl Mızraklar” gibi yapılanmalarının da zaman zaman terör eylemlerine
başvurdukları görülmektedir (Altuğ, 1995: 29).
Özetle terörizmin bu çağında, mevcut olan terör yapılanmaları genellikle dini ritüellerle
kamufle olmuş tarikat benzeri oluşumlardır ve vur-kaç tipi eylem tipini benimsemişlerdir. Bu
yönüyle modern çağlardaki terörizm faaliyetlerinden hem ayrılmakta hem de onların temelini
oluşturmaktadır (Türköz, 2011: 11).
1.2.2. Modern-Devrimci Terörizm Dönemi
Terörizmin ikinci dönemi olarak belirtilen ve 1789 Fransız İhtilali ile başlayıp soğuk
savaş dönemine kadar devam eden bu dönemde iki önemli unsur ortaya çıkmıştır. Bunlardan
birincisi terörizme yeni bir yorum katarak eylem şekillerini geliştiren anarşist ihtilalciler, diğeri
ise bunlara karşı bir unsur olarak oluşturulan devlet destekli terörün mimarları olan
devrimcilerdir. Devletin bilinçli bir şekilde terör faaliyetlerine destek verdiği bu yeni yönteme
“yukarıdan terör” ismi verilmektedir (TBB, 2006: 30-31).
Fransız devrimi, modern terörizmin doğuşu anlamında bir milat olarak kabul
edilmektedir. Daha önce eski çağlarda var olan dini temelli ve gizli tarikat gruplarından oluşan
terörizm faaliyetleri hem içerik hem de boyut değiştirerek yoluna devam etmektedir (Zafer,
1999: 12). Devlet tarafından yukardan terör unsurunun oluştuğu bu dönemde Fransa’da
devrimci yönetim insanları idam etmiş, baskı ve şiddet yoluyla toplumu sindirmeye, onlara
kendi fikirlerini empoze etmeye çalışarak keyfi bir uygulama sergilemiş ve bu dönemin bir
“Terör Hükümranlığı” olarak anılmasına neden olmuşlardır (Çiftlioğlu, 2006: 85-97). Neticede
bu yeni dönemde terör faaliyetleri uygulayan yapılar arasına devlet mekanizması da dahil
olmuştur.
Modern terörizm döneminin devlet haricindeki bir diğer unsuru da terör örgütlerinin
üzerlerindeki dinsel örtüyü kaldırıp yerine burjuvanın ya da proletaryanın ideolojik maskesini
giymiş olmalarıdır. Bu duruma bir nevi terör örgütlerinin de laikleşme süreci denilebilir. Bu
dönemin teröristlerinin genelde anarşist kişilerden oluşması ve anarşizminde tüm kurumsal
yapılar ile birlikte dine de karşı oluşu söz konusu bu durumda etkili olmaktadır (TBB, 2006:
32). Terörizmin modern dönemine dair değinilmesi gereken bir diğer unsur ise Fransız ihtilali
ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının azınlıklar üzerinde oluşturduğu etkidir. O
döneme kadar imparatorluk tebaası olarak yaşayan azınlık unsurlar, bağımsızlıklarını ilan
ederek kendi devletlerini kurma yolunda terörizmi bir teknik olarak benimsemişlerdir. Etnik
terör olarak ifade edilen bu durumdan Osmanlı İmparatorluğu da nasibini almıştır. Osmanlı da
Ermeni hınçak ve taşnak örgütleri, etnik terörün öncüleri olmuşlar ve hedeflerine ilk olarak
devlet memurlarını almışlardır. Ermeniler ile birlikte diğer azınlık unsurlar da Osmanlıya
yönelik ayaklanma ve bağımsızlık girişimlerinde terörizm faaliyetlerini benimsemişlerdir
(Altuğ, 1995: 82).
Bu çağdaki terörizmin bir diğer özelliği ise yapılan terör faaliyetlerine yönelik olarak
dışardan alınan desteklerin başlangıcını, ilk örneklerini oluşturuyor olmasıdır. Osmanlı
İmparatorluğu özelinde meseleye bakıldığında, Rusya’nın destek verdiği Ermeni çeteler başta
olmak üzere İngilizlerin ve Amerikalıların kışkırttığı Kürt gruplar ile Fransızların desteklediği
Arap azınlıklar Osmanlıya karşı sürekli ayaklanma gerçekleştirmekte ve terör faaliyetlerinde
bulunmaktadır. Tüm bu dış desteklerin amacı Osmanlıyı parçalamak ve buradan her devletin
kendine göre bir pay elde edebilmesini sağlamaktır (TBB, 2006: 36-38).
Sonuç olarak ihtilalin getirdiği dönüşümlerle birlikte devletler ve milletlerle birlikte
terörizm de bir dönüşüm geçirmiştir. Hem yapısal hem de çeşitlilik anlamında farklılaşan
terörizm, birde dış desteklerin eklenmeye başlaması ve doktriner bir aşamaya geçmesi ile
bambaşka bir boyut kazanmıştır.
1.2.3. Soğuk Savaş Dönemi Terörizmi
İkinci Dünya Savaşı’nın tamamlanmasının ardından terörizm, devrimler döneminden
çıkarak bir “dış politika enstrümanı” ve “soğuk savaş silahına” dönüşmüştür. Söz konusu bu
çağ, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (S.S.C.B.) dağıldığı 1990’lı yıllarda terörizmin
bir küresel asimetrik tehdit haline gelişine kadar devam eder (TBB, 2006: 39). Soğuk savaş
döneminde devletler terörizmi çok sık bir biçimde kullanmaktadır. Bu dönemde devletler kendi
menfaatleri gereği bizzat terör faaliyetlerinde bulunmak yerine, Doğu ve Batı Blok’unda
bulunan ülkelerin karşılıklı terörist ilan ettiği gruplara karşı el altından destek vererek tam bir
soğuk savaş taktiği uygulamaktadırlar. Bu dönemde neredeyse tüm terör örgütlerinin destek
aldığı ve sıkıştığı noktada başvurabileceği bir koruyucu devlet bulunmaktadır (Bal, 2006: 9).
Amerika Birleşik Devletleri ile SSCB arasında bu dönemde var olan soğuk savaş
durumu, dünya devletlerinin bu iki bloktan birine ister istemez taraf olması sonucuna da
beraberinde getirmektedir. SSCB dağılmadan önceki anayasasında dünyadaki tüm devletlerde
devrimci kurtuluş hareketlerinin desteklenmesi talimatını tüm hükümetlere bir ödev olarak
853
yüklemektedir. Bu noktada Batı’nın terörist olarak ilan ettiği tüm gruplara Sovyet hükümetleri,
anayasanın kendilerine yüklediği ödev gereği destek vermek durumundaydılar. Bu durumda
terörist olarak ilan ettiği ya da birtakım örgütlenmelere giderek terörist bir yapı halini alma
durumundaki gruplara SSCB’nin destek vermesinden ötürü de devletler çareyi ABD’nin
tarafında yer almakta bulmaktadır. Aynı durum, ülkesinde ABD’nin destek verdiği terörist
gruplar olan ülkeler içinde Sovyet tarafına geçmek şeklinde görülmektedir (Çiftlioğlu, 2006:
197). Soğuk savaş dönemindeki terörizm faaliyetleri, artık yerel ölçekten çıkarak uluslararası
bir boyuta geçiş yapmıştır. Artık sadece ülke içindeki bir iç mesele değil, menfaati olan tüm
devletleri sürecin içine dahil eden bir durum ortaya çıkmıştır.
Soğuk savaş dönemi ile ilgili son olarak söylenecek şey ise, bu savaşın galibi her ne
kadar ABD ve Batı Bloğu gibi gözükse de aslında kazanan terörizm olmuştur. Çünkü artık
pandoranın kutusu açılmış ve terör örgütleri devletlerarası dengeler açısından her alanda ne
kadar güçlü ve önemli bir faktör olduklarını fark etmişlerdir (TBB, 2006: 66).
1.2.4. Küresel Terörizm Dönemi
1991’de SSCB’nin sağılması ile sonlanan cepheleşme ABD ve Batı Bloğunun zaferi ile
neticelenmiştir. Önceleri Batı ülkelerinin lideri konumunda olan ABD, pozisyonunu bir tık daha
ileri götürerek dünyanın lideri olma durumuna yükselmiştir. ABD, elde ettiği yeni pozisyonu
itibariyle artık daha fazla söz söyleyen, dikte eden fakat diğer taraftan da uluslararası
sözleşmelere daha az riayet eden ve kendini eşitler arasında birinci gören bir konuma ulaşmıştır
(Bal, 2006: 37).
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York eyaletindeki, savunma ve ekonomi
anlamında önemli merkezlerinden biri olan “İkiz Kuleler” e ve Washington’daki Savunma
Bakanlığı binasına yapılan saldırılar Amerikan halkında büyük bir paniğe yol açtı. Bu tarihe
kadar bu tür terör eylemlerini genelde Ortadoğu ülkeleri üzerinden televizyon ekranlarından
izleyen ve ABD’nin askeri ve ekonomik gücü sayesinde kendilerine bir şey olmayacağını
düşünen Amerikan vatandaşları ilk kez bu denli bir korku durumu ile karşı karşıya kaldılar. Bu
olay dünya gündemine “Küresel Terör” olarak ifade edilen yeni kavramı getirmiştir. Daha düne
kadar dünyanın en güçlü devleti olarak kendisini lanse eden ABD’nin başına gelen ve birkaç
saat içinde ülkeyi felce uğratan bu durum göstermiştir ki artık hiçbir devlet terör eylemlerine
maruz kalma açısından garantide değildir. Terör artık küresel bir tehdittir ve tüm dünyayı etkisi
altına almaktadır. Küresel terör tehdidine karşı tüm dünya ülkelerine birlikte hareket etme
çağrısı ABD tarafından gelmiş ve bu konuda herkese göz dağı niteliğinde bir açıklama
yapılmıştır. Devamında gelişen süreçte ABD, terör örgütlerine yardım ettiği gerekçesi ile
Afganistan ve Irak’ı işgal etmiştir. Fakat bu durum dünyanın diğer ülkelerinde ABD’nin bu
ülkeleri işgal etmek ve sömürmek için öne sürdüğü bir bahane olarak görülerek ciddi eylemlere
yol açmıştır. Yani ABD’nin küresel terörizmi önlemeye yönelik olarak başlattığı girişim aksine
terörizmin artmasına neden olmuştur. ABD’nin söz konusu operasyonların bütününde yaptığı
insan hakları ile bağdaşmayan davranışlar, tüm dünya kamuoyundan ciddi tepkiler almış ve
dünyanın her yerinden radikal gruplar etrafında birleşmelere yol açmıştır (Türköz, 2011: 17-
18).
Bu döneme küresel terör dönemi denilmesinin bir nedeni de artık terör örgütlerinin
bünyelerinde çok çeşitli ülke ve milletlerden üyeler barındırıyor olmasıdır. “Küresel Asimetrik
Tehdit” olarak da nitelendirilen bu dönemde terör eylemlerinin ne zaman, nasıl, kim tarafından
ve hangi ülkede meydana geleceği belirsiz bir hale gelmiştir. Örgütler, teknolojik imkânları da
kendileri açısından son derece iyi kullanarak iletişimi iyi ve teknik takibi zor bir hal almışlardır
(Bal, 2006: 45).
Son tahlilde ABD’ye yönelik olarak yapılan 11 Eylül saldırıları küresel terörizm dönemi
açısından bir dönüm noktası bir milat konumundadır. ABD bu süreçte hiç kimseyi dikkate
854
almadan ve olayların iç yüzüne bakmaksızın terörizme karşı topyekûn bir savaş açmış ve bunu
da belli hedefler doğrultusunda kullanmıştır. Bunun neticesinde terör artık içerik olarak da
küresel bir hal almış ve çok boyutlu bir yapıya dönüşmüştür.
2. TERÖRİZMLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ VE TÜRKİYE’NİN TERÖR
(İZM) İLE MÜCADELEDEKİ ETKİNLİĞİ
Terörizmin tarihsel süreçte yaşadığı dönüşüme paralel olarak, terörle mücadele
yöntemleri de tarihsel süreçte belli dönüşümler geçirmiştir. Bu bağlamda soğuk savaş dönemi,
terörle mücadele konusunda da bir milat olarak kabul edilmektedir. Bu dönem öncesin de
yürütülen mücadele yöntemleri “eski çağ mücadele yöntemleri” olarak belirtilirken, soğuk
savaş sonrası dönem “çağdaş mücadele yöntemleri” olarak anılmaktadır. Devletler terörizmle
mücadelede iki temel yöntem belirlemiştir, anti-terörizm ve kont-terörizm. Anti-terörizm, pasif
bir mücadele yöntemidir ve alınacak savunma önlemleri ile terörizm faaliyetlerinin nerede, ne
zaman gerçekleşeceğini önceden tahmin ederek buna yönelik önlemler almaya, önleyemezse
de zararı azaltmaya yönelik bir mücadele yöntemidir. Kont-terörizm ise, terörizm faaliyetlerine
karşı aktif bir şekilde mücadele etme yöntemidir. Bu yöntemin amacı terör örgütlerinin
saldırmasını beklemeden onları çökertmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik bir hamledir. Bu
yöntem sayesinde hem potansiyel terör faaliyetleri engellenmiş hem de inisiyatif devletin eline
geçmiş olur (TBB, 2006: 313-314).
Terörizmle mücadele, odak noktasında insanı bulunduran ve insan zekâsının ve
tecrübelerinin değişen durumlar karşısında verdiği bir yarışı da ifade etmektedir. Söz konusu
bu nedenle de terörle mücadele, sabır, tecrübe ve entelektüel birikim gerektirmektedir. Çok hızlı
bir şekilde, tam tamına, yüzde yüz başarı sağlayan bir terörle mücadele yöntemi yoktur fakat
oluşabilecek zararı en aza indirebilecek bazı yöntemler mevcuttur. Bu yöntemler ise öncelikle
meselenin salt silahlı mücadeleden ibaret olmadığının, bunun sosyal, siyasal, ekonomik,
psikolojik ve sosyolojik boyutları da olduğunun farkına varmak ile mümkündür. Aynı zamanda
bu olay sadece devletin mücadele etmesi ile de değil, aileler, sivil toplum kuruluşları,
bürokratlar, medya ve okullar gibi unsurlar ile birlikte çözülebilecek bir olaydır.
Türkiye’nin terörizm tarihine bakıldığında ise bunların bir kısmı Osmanlıdan miras
kalma, bir kısmı yeni kurulan cumhuriyet rejiminin kuruluş ideolojisine yönelik tepkilerden,
bir kısmı da bulunduğu coğrafyanın özellikleri nedeniyle sürekli terörizm tehdidi ile karşı
karşıya kalmış olmasındandır. Genelleyecek olursak Türkiye’nin terörizm tehdidi ile
uğraşmadığı yıllar istisna konumundadır. Söz konusu bu terörizm Türkiye’de on binlerce
insanın şehit olmasına ve çok daha fazla insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına sebebiyet
vermiş, ayrıca ekonomik, sosyolojik ve psikolojik olarak da büyük yaralar açmıştır ve açmaya
da devam etmektedir. Türkiye’nin kuruluşundan bugüne kadar uğraştığı ve uğraşmaya da
devam ettiği terörizmin iki önemli özelliği vardır: bunlardan ilki tüm dünyada da benzerlik
gösteren etnik, radikal dinci ve ideolojik sebeplerden kaynaklı terörizm, ikincisi ise tüm bu
unsurları destekleyen dış faktörlerdir (TBB, 2006: 531).
Türkiye’nin, bu sayılan terör çeşitliliği ile mücadelesini iki aşamalı olarak ele almak
mümkündür. Bunlardan ilki fiziksel mücadele alanını ifade eden “terörle mücadele”, ikincisi
ise psikoloji ve iletişimle mücadele alanını ifade eden “terörizmle mücadele” kısmıdır. İkinci
kısım, toplumun tüm fertlerinin sürece dahil olması ile yürütülen bir mücadele türünü ifade eder
ki aslında mücadelenin özünü bu kısım yani terörün “izm” kısmı ile olan mücadele oluşturur
(Bal, 2006: 7). Türkiye’de terörle mücadele yıllarca güvenlik odaklı ve fiziksel mücadele kısmı
ile yürütülmüştür. Sahada çok başarılı güvenlik güçlerimiz olmasına rağmen, toplumsal
anlamda mücadelede eksik kalınması bir türlü istenen başarıyı getirmemiş ve terörün destek
bulmasının önüne geçilememiştir. Aynı şekilde fiziksel mücadeleyi bir kenara bırakıp sadece
psikoloji ve iletişim odaklı rehabilite edici mücadele de eksik kalmıştır (Alkan, 2009: 138-139).
Türkiye’nin, terörle mücadele bağlamında yürüttüğü ve günümüze kadar devam eden
süreç, ağırlıklı olarak güvenlik odaklı askeri ve polisiye tedbirler şeklinde süregelmiştir.
Özellikle PKK terör örgütü tarafından uygulanmaya çalışılan her eylem sonrasında askeri
operasyonlar başlatılmış ve orada bulunan teröristler ile saklandıkları mekanlar büyük oranda
yok edilmiştir (Bal, 2006: 25). Ancak söz konusu bu durum terörün “izm” kısmı ile yürütülmesi
gereken mücadele bağlamında desteklenmediği için sürekli bir misilleme şekline dönüşmüş
PKK terörü kronik bir hal almaya başlamıştır. Bir diğer taraftan da sürekli dağlarda yaşayan ve
oranın iklimine, coğrafi özelliklerine daha fazla hâkim olan küçük terörist gruplara karşı düzenli
ordu biçiminde ve daha çok “er” statüsündeki askerlerden oluşan birliklerle yanıt verilmeye
çalışılmış ve bu durumdan da istenilen netice tam olarak alınamamıştır (Türköz, 2011: 112). Terörle mücadelede yapılan bir diğer hata ise, ordunun mücadele birimi olarak kullanılıyor
olması, terör örgütünü bir “dış düşman” statüsüne sokmakta ve sanki bir savaş hali mevcutmuş
algısını yerleştirmektedir. Bu durum beraberinde teröristlerin birer “özgürlük savaşçısı” imajını
desteklemekte ve PKK terör örgütünün meşrulaşma sürecini hızlandırmaktadır. Konuya
dışarıdan bakıldığında ise askeri birlikleri ile teröristlerle mücadele eden bir ülke ve karşılıklı
kayıplar verilen bir ortam algısı, meselenin bir “iç güvenlik” meselesi olmaktan çıkarılarak bir
“dış güvenlik” sorunu gibi algılanmasına sebep olabilmektedir (USAK, 2008: 31-32).
Türkiye’nin teröristle mücadele bağlamında ciddi bir mesafe kat ettiği ve bu alanda
önemli başarılarının bulunduğu bilinen bir gerçekliktir. Bu gerçekliği destekler nitelikte zaman
içinde önemli yasalar çıkarılmış ve çeşitli mücadele birimleri kurulmuştur. 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu, Topluma Kazandırma Yasaları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,
Özel Harekât Timleri, Özel Harekât Dairesi, Köy korucuları, Terörizmle Mücadele
Mükemmeliyet Merkezi (TMMM) ve Uluslararası Terörizm ve Sınır Aşan Suçlar Araştırma
Merkezi (UTSAM) bunlardan bazılarıdır (Türköz, 2011: 115-122). Teröristle mücadele
noktasında gösterilen bu başarı ve birikim, terörizmle mücadele konusunda da geldiği takdirde
tam anlamıyla bir mücadele yöntemi geliştirilmiş olacaktır.
3. TERÖRLE MÜCADELEDE BÜROKRATLARIN ROLÜ: RECEP
YAZICIOĞLU ÖRNEĞİ
Bu bölümde Türkiye’de bir döneme bürokrat kimliği ile damga vuran ve halk arasında
“süper vali” olarak bilinen Recep Yazıcıoğlu’nun hayatı ele alınacak ve sonrasında bürokrasiye
ve terörle mücadeleye yapmış olduğu katkılara değinilecektir.
3.1. Recep Yazıcıoğlu’nun Hayatı
Recep Yazıcıoğlu 2 Haziran 1948’de Trabzon’un Köprübaşı ilçesinde doğdu.
Yazıcıoğlu ilkokulu ANAP’ın önemli isimlerinden Adnan Kahveci ile birlikte okumuştur.
Ortaokulu ve liseyi babasının tayini sebebiyle Muğla’nın Milas ilçesinde okumasının ardından
Yazıcıoğlu, üniversiteyi ise Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuş ve 1968’de
mezun olmuştur. Yazıcıoğlu üniversiteden mezun olduğu yıl Aydın maiyet memuru
(kaymakam vekilliği) olarak kaymakamlık stajına başlamıştır. 1971 – 1984 yılları arasında
kaymakamlık yapmış olup bu süre zarfında sırasıyla Kalkandere, Bahçe, Hamur, Ayvacık,
Kırıkhan, Alaca, Akçakoca ilçelerinde görevde bulunmuştur (Kocabay, 2010: 22).
Yazıcıoğlu’nun kaymakamlık görevi sonrası 1984 yılında Türkiye’nin en genç valisi
olarak Tokat’a atanmıştır ve burada 5 yıl görev yapmıştır. Yazıcıoğlu, Tokat valiliği döneminde
farklı bir yönetim tarzı benimsemiştir. “Toplum-devlet el ele” sloganı ile “toplum kalkınması”
sürecini başlatmıştır. Ayrıca, Tokat’ta eğitim ve sağlıkta yaptığı önemli işlerle "Yılın bürokratı"
seçilmiştir (Akcagündüz, 2019: 206).
Ardından Yazıcıoğlu, kaymakam vekili olarak görev aldığı Aydın'a bu kez 1989 yılında
vali olarak atanmıştır. Yazıcıoğlu, Jeotermal projesini hayata geçiremeden 1991 yılında
856
Erzincan'a atanmış ve burada tam 9 yıl valilik yapmıştır. Yazıcıoğlu Erzincan’a vali olduktan
kısa bir süre sonra meşhur Erzincan depremi olmuştur. Deprem süreci Erzincan için daha pek
çok sorunun doğmasına yol açmıştır. Bir de yıllardır çözülemeyen iki sorun olan Kemaliye
Köprüsü ve Taşyol projeleri ile uğraşılır. Ayrıca Yazıcıoğlu 9 yıllık valilik süresince terör
örgütü PKK ile mücadele de etkin rol alır (Yazıcıoğlu, 2013: 49).
Yazıcıoğlu 02.10.1999 tarihinde merkeze alınmıştır. Yaklaşık 4 yıl merkez valisi olarak
görev yapan Yazıcıoğlu, bu süreci de boş geçirmemiştir. Yazıcıoğlu merkez valiliği döneminde
televizyon programlarına ve söyleşilere katılmıştır. Yazıcıoğlu katıldığı programlarda doğru
bildiklerini söylemekten çekinmemiş, Türk bürokrasisine yapıcı katılımları ile ön plana çıkmayı
başarmıştır. Yazıcıoğlu bu söyleşilerinde genel olarak Türkiye’deki yönetim sisteminin
sorunları, aşırı merkeziyetçilik ve bürokrasi, yerel yönetimler, başkanlık sistemi ve afet
yönetimi konularını işlemiştir (Akcagündüz, 2019: 209).
Yazıcıoğlu 2002 seçimlerinden sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin göreve gelmesi ile
Denizli valisi olarak atanmıştır. 2 Eylül 2003 tarihinde Ankara civarında geçirdiği trafik
kazasında bitkisel hayata giren vali 9 Eylül 2003’te vefat etmiştir (Balcı, 2003: 5).
Yazıcıoğlu bir kamu yöneticisi olarak görüş ve düşüncelerini geniş halk kitlelerine
ulaştırmak konusunda çok başarılı olmuştur. Yazıcıoğlu’nun bu başarısının arkasında yazılı ve
görsel basını çok etkili bir şekilde kullanması ve halkla olan samimi ilişkileri yatar. Yazıcıoğlu,
canı meyve istediğinde ağaçlara tırmanıp onu alan, köy ziyaretleri esnasında mayosunu giyerek
bir yandan yüzüp diğer yandan da ziyaretlerini yapmaya devam eden, yeri geldiğinde dağcılık
yapan, yeri geldiğinde yamaç paraşütü ya da rafting yapan bir vali olarak basının dikkatini
çekmiştir. Vali tüm bunları yaparken bir yandan da mesajlarını vermekten çekinmemiştir.
Örneğin Erzincan ilinde valilik görevini icra ederken yamaç paraşütü, dağcılık sporlarıyla
ilgilenerek PKK terörüne karşı psikolojik savaş verdiğini belirtmiştir (Durgun, 2016: 886).
3.2. Bir Bürokrat Olan Recep Yazıcıoğlu’nun Terörle Mücadeledeki Rolü
Recep Yazıcıoğlu’nun terörle mücadele bürokrat kimliğini ortaya koymadan aktif
bürokrat kimliğine ve yapmış olduğu faaliyetlere değinmek gerekir. Yazıcıoğlu bürokraside
kaymakamlık ile başladığı yolda sorun çıkaran değil çözüm üreten bir bürokrat olmuştur.
Yazıcıoğlu’nun özellikle 2000’li yıllarda sıklıkla söylenen yerelleşme politikalarının
yani merkezin yetkilerini yerele kaydıracak âdem-i merkeziyetçi yapıyı anlatmaya
kaymakamlık döneminden itibaren başlamıştır. Bu yapıda yerel yönetimlerin seçilen kişiler
tarafından özerk bütçeyle hareket etmesi gerektiğini söylemiştir. Yazıcıoğlu, il ve ilçe
yönetimlerinde atılacak tüm adımların merkezden izin alarak yapılmasına karşı çıkmış ve
kendisi hem söylemlerinde hem de icraatlarında bunu göstermiştir. Fakat bu durumla ilgili
Yazıcıoğlu hakkında sayısız soruşturmalar açılmış ama bir sonuç çıkmamıştır. Yazıcıoğlu
ülkedeki bu yozlaşmış durumu şöyle ifade eder; “Türk sisteminde ihmali mesuliyet yoktur bunun yerine
icrai mesuliyet vardır yani görevde ihmalden kimseye hesap sorulmaz onun yerine icraatta bulunandan hesap
sorulur.” demiştir (Yazıcıoğlu, 2014). Yazıcıoğlu, sivil toplumun gelişmesine katkıda bulunmayı
amaçlamıştır. Derneklerin, sendikaların, vakıfların gelişmesini ve topluma ağırlık verip
vatandaşları geliştirmeyi ve de yerelde inisiyatif merkezleri oluşturmayı amaçlamıştır.
Yazıcıoğlu’nun, katı merkeziyetçi devlet yapısının yarattığı bürokrasi sorununa karşı da
çözüm önerileri bulunmaktadır. O’na göre çözüm halktadır. “Eğer merkeziyetçi yapı netice verseydi,
dünyanın en güçlü merkezi yapıları sosyalist-komünist sistemler iflas etmezdi, demek ki halksız devlet ve sistemle
ilerlemek mümkün değildir” (Yazıcıoğlu, 2000b: 41). Bu anlamda Yazıcıoğlu, halkın örgütlenerek
yönetime katılması ve işlerin yürütülmesinde sorumluluk alması gerektiğini söylemektedir.
Çünkü katılımcı yaklaşımlar çarpık bürokrasiyi yok ederek yabancılaşmayı engeller, kaynak ve
zaman israfını önler (Işıkcı, 2017: 87 -88).
Yazıcıoğlu’nun önemli özelliklerinden biri de klasik bürokratlardan her haliyle ayrılıyor
olması ve halkla arasına perde çekmiyor olmasıdır. Yöneticiliğinde halkı kucaklayan, derdini
çözen ve onlarla vakit geçiren bir misyon üstlenmiştir. Kendi söylemiyle de bu durumu şöyle
ifade eder; “Ben Mercedes’e binen, havalı cıvalı, elli yıl öncesinin ceberut anlayışının, hikmeti kendinden
menkul, erişilmez büyük adam havalarında yöneticisi hiç olmadım. Kaymakamken kapıma vurmadan giriniz diye
yazmıştım, burada valiyim ve beni görmek isteyen vatandaş odama destursuz girer, ben halkın içindeyim daima,
hiçbir zaman kompleksli biri olmadım. Bu görevler gelip geçicidir, insanlara tepeden bakmanın bir anlamı yok.
Batı’da başbakan bisiklete binip işine gidiyor, bizde ise makam sahipleri bina olarak da mekân olarak da
saraylarda oturuyorlar.” (Pabuçcu, 2005: 229). Bu durum özellikle ülkenin doğusunda yaşayan
vatandaşlara, devletin sıcak yüzünün gösterilmesi bakımından son derece önemlidir. Neticede
vatandaşlar devletin şefkatli yüzü ile karşılaştıkça terör örgütlerinin söylemlerine inanmaktan
vazgeçmeye başlayacaklardır.
Recep Yazıcıoğlu’nun önemli özelliklerinden biri de mevcut sistemi eleştirmesidir.
Devlet kapısında kapıcılıktan üst düzey bürokratlığa kadar tüm memuriyetlerde siyaseten
atamalara karşı çıkmış ve her zaman atamaların liyakatle, uzmanlıkla ve birikimle olması
gerektiğini savunmuştur. Liyakate ek olarak da memur atamalarının siyasilerin tekelinden
alınması gerektiğini, siyasilerin özellikle koalisyon dönemlerinde memur kadrolarını istediği
gibi değiştirdiğini belirtmiştir. Bu konuyla ilgili görüşlerini ise şu şekilde ifade eder; “Tecrübeyi
göz ardı eden beceriyi verimi göz önüne almayan bir yaklaşımdan ürün, randıman, verim çıkmaz. Altı ayda bir
hükümetler değişiyor, altı ayda bir sil baştan kadrolar değişiyor. Bürokrasi siyasi bir makam değil teknik
makamlardır. Bakanlar siyasi makamdır, ama bakıyoruz ki genel müdürü, müsteşarı ve il müdürleri siyasi olarak
atanıyor. Ondan sonra Allah kolaylık versin. Bundan sonra da bütün olay siyasi ilişkilere dayanıyor”. (“Süper
Vali’’ Recep Yazıcıoğlu, 1999).
Yazıcıoğlu, bürokratlarda “bürokrasi hastalığı” olduğunu ve bunu sistemin kendi
kendine oluşturduğunu belirtir. Vatandaşların mevcut sistem içerisinde yapacağı işler için
alacağı izinlerde törensel bir hava oluşmaktadır ve makam ve mevki sahiplerine bel
bağlanmaktadır. Burada süreç işlerin yürütülmesi üzerine değil daha çok bürokratların keyfine
göre hareketi getirmektedir. Bürokrat ne kadar yüceltilirse işler o derece hızlı olmaktadır. Tam
tersi durumda ise işler o ölçüde uzamaktadır. Yazıcıoğlu bu noktada gittiği her yerde makam
odasının kapısını derdi olanın her zaman gelmesi için açık bırakmış ve örnek bir tutum
sergilemiştir. Yazıcıoğlu, bürokratlığı döneminde sorun çıkaran biri değil dert çözen biri
olmuştur.
Yazıcıoğlu, toplumsal hareketlerde de ön plana çıkmıştır. İçki satışlarında 18 yaş altına
satışları yasaklamış, içki alımlarına sınırlamalar getirmiş, kahvehanelerde okey gibi oyunlara
yasaklamalar getirmiş (Tokat’ta bu uygulama başlamıştır), “içki öldürür, sigara süründürür,
kumar söndürür, spor güldürür” gibi pankartlar hazırlattırarak vatandaşların bilinçlenmesine
katkıda bulunmuştur. Cola gibi içeceklere karşı çıkarak süt, ayran ve meyve suyu gibi içecekleri
içmeyi, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeği özendiren kampanyalar yapmıştır (“Süper Vali”
Recep Yazıcıoğlu, 1999). Yazıcıoğlu’nun buradaki amacı gittiği illerde vatandaşların aile
yapısını düzeltmeye yardım etmek, onları sağlıklı bir yaşam için bilinçlendirmeye çalışmak ve
öz kültürlerini de hatırlamalarını sağlamaktır.
Recep Yazıcıoğlu, ülkede uygulanmaya çalışılan parlamenter sistemin halkın bilinçli
olmaması nedeniyle belli grupların çıkarına hizmet edecek şekilde işlediğini belirterek şunları
söyler (Hürriyet, 25.05.1999).
“Sevgili halkımız radikal anlayışı benimsemiş değil. Bizim halk barajın altında kalacak fikirlere iltifat ve
itibar etmiyor. Büyük partiler programa uymayan, lidere uymayan, yüksek sesle düşünen insanı içine alır mı? Ben
zaten şimdi tek kişilik parti gibiyim. Liderler beni kabul eder mi? Mesela ben kuvvetler ayrılığı için başkanlık
sistemini savunuyorum. Hiçbir padişah, tek başına iktidar olan bizim başbakanlar kadar yetkili değildi. Bizde on
kişilik partinin başkanı bile padişah. Koalisyonun bir ucundan yakaladı mı ayvayı yedin. Liderler tarikat şeyhi
gibi, ona biat etmeden olmuyor...”
Recep Yazıcıoğlu batıda uygulanan parlamenter sistemin ise kuvvetler ayrılığı olarak
uygulandığını bu ayrım dolayısıyla özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü
gibi kavramların içinin doldurulabildiğini ve temel kurumsal yapının bunlar üzerine
kurulduğunu vurgular. Hal böyle iken Yazıcıoğlu, ülkemizde batıdan aynen kopya edildiği
halde parlamenter sistemin niçin kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliği şeklinde
uygulandığını sorgulamaktadır ve bunun nedeni olarak cemaatçi, iktidarı bölüşmeyen,
merkezde toplayan ve kendisine asla rakip tanımayan bir yapıdan kuvvetler ayrılığı değil ancak
kuvvetler birliğinin çıkacağını ifade eder. Nitekim bizde uygulanan sistemde yasamanın fiilen
yürütme olduğunu ve yargının bağımsız olmadığını birçok yönüyle yürütmenin içinde
olduğunu vurgulamaktadır (Balcı, 2001: 116).
Recep Yazıcıoğlu özellikle Erzincan valiliği (1991 – 1999) sırasında PKK terörüne karşı
da çok ciddi mücadele vermiştir. Yazıcıoğlu özellikle 5 Temmuz 1993’te Erzincan’ın Kemaliye
ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 sivilin öldürülüp köyün ateşe verildiği “Başbağlar
Katliamı” sürecini iyi yönetmiştir. Katliam sonrası 1996 yılında verdiği bir röportajında
Yazıcıoğlu ‘’son bir yıl içinde bin kadar teröristin öldürüldüğünü, birkaç mislinin
tutuklandığını, 566 köye 3500 köylünün gönüllü koruyucu yapıldığını söyler. Ayrıca; bölgeye
Avusturya’dan gelen televizyoncularla bölgede PKK’nın yaptıklarını gösteren bir kısa
belgeselin hazırlanmasına aracılık etmiştir. Bu belgesel Avusturya’da yayınlandığından
konsolosluk tarafından Yazıcıoğlu’na yurt dışında ilk defa PKK’nın terör faaliyetlerinin
gösterilmesine aracılık ettiği için teşekkür edilmiştir (Recep Yazıcıoğlu – Vedat Yenerer
Röportajı, 1996). Bu durum terörizmle mücadele açısından son derece önemli bir hadisedir zira
bu makalede üzerinde ısrarla vurgu yapılan sadece teröristle mücadele ederek terörün bitmesi
nokrasında sonuç alınamayacağını, bunun ekonomik, sosyal, siyasal, medya vb. gibi unsurlarla
da desteklenmesi gerektiği konusuna güzel bir örnektir.
Recep Yazıcıoğlu, Erzincan valiliği döneminde terör sorununa yönelik çeşitli gözlemler
yapmıştır. Yazıcıoğlu, yapmış olduğu gözlemleri hem katıldığı programlarda hem de
eserlerinde aktarmıştır. Yazıcıoğlu öncelikle terör sorununun sadece silahla çözülebilecek bir
sorun olmadığına dikkat çekmektedir. Bu sorunun sosyolojik, ekonomik ve kültürel
boyutlarının olduğunu savunmaktadır. Terör olgusuna çok boyutlu bakılmadığı sürece bu
sorunun çözülemeyeceğini savunmaktadır ve katıldığı bir programda terör sorunu ile ilgili şu
tespitleri yapmaktadır:
“Bu terör sorunu çok boyutlu, karmaşık bir olay. Bu nedenle çözüm de çok yönlü olmalı.
Ekonomik, yönetsel, kültürel pek çok farklı yönü var. Benim en çok dile getirdiğim: Yerelleşme,
sistemin yeniden yapılandırılması ve halkın yönetime katılması. Ben bunları ne zaman söylesem
hemen: "Efendim doğudaki problem ne olacak?" sorusu ile karşı karşıya gelirim. Bunlardan
ne zaman bahsetsem hemen insanların aklına, "Eyalet Sistemi" gelmektedir. Hâlbuki alakası
yok. Benim söylediğim ilde, köyde, kentte, beldede yani yönetimin her kademesinde halkın
yönetime katılmasıdır. Yani bugünkü belediye, köy ve il özel idaresi yapısının geliştirilmesidir.
Özellikle yerel meclislerin geliştirilmesi ile yerel sorunların yerelde çözülmesidir. Peki, bu neyi
sağlar? Bir kere bu eyalet sistemi değil. Bu anlattığım "yerel idare modelidir". Bu sistemde,
sistemin dışında olan halkı sistemin içine alıyorsunuz. Halk kendi sorunlarının sahibi haline
geliyor. Şu anda doğuda ve batıda her yerde, her şey devlete fatura ediliyor. Yani bütün
eksiklikler: Sağlık, eğitim, altyapı vd. Bir de doğunun ayrı bir sorunu var: Aşırı nüfus artışı.
Buna paralel olarak ekonomik kaynaklardaki azlık, yetersiz beslenme, yetersiz eğitim vd. İşte
bunların hepsi terörü desteklemektedir” (Recep Yazıcıoğlu – Vedat Yenerer Röportajı, 1996).
Yazıcıoğlu teröre çözüm olarak vatandaşın devlette bütünleşmesi gerektiğini söyler.
Devlet – vatandaş bütünleşmesini ise sağlayacak olan bürokratlar ve bölgede çalışacak olan
memurlardır. Yazıcıoğlu bu durumu şöyle ifade eder: “Bakın devlet doğuya çok iyi binalar
yaptı. Okullar, hastaneler vs. Fakat bir şey yapamadı. O da iyi personel gönderemedi.
859
Öğretmen yok, doktor yok, hemşire yok, ebe yok, veteriner yok! Vatandaş bunları istiyor, fakat
yok! Bakın, Türkiye'nin batısında da personel var, tesis yok. Doğuda bina, tesis var; personel
yok. Böyle garip bir durum…. Ülkenin yeniden yapılanması her açıdan önemlidir. Devletine,
yönetimine yabancılaşan insanlar, devamlı şikâyet eder. Halkı tatmin etmek zordur. Doğunun
şartları da zaten malum, çok zor. Bu şartlarda insanların aklının çelinmesi kolaydır. İşte bu
insanlar eşkıya olur.” (Recep Yazıcıoğlu – Vedat Yenerer Röportajı, 1996).
Yazıcıoğlu terörün çözümüne yönelik genel kanaatini söyledikten sonra şunları da ekler;
“…Şimdi en önemli çözüm yolu ekonomiden geçmektedir. Bakın doğudaki teşvik sistemi
işlememiştir. Teşvik sistemi değişmelidir. Ben doğuda vergi dairelerini kaldıralım diyorum.
Hatta stopaj dâhil almayalım. Memurların maaşı iki kat artar. Erzincan'da bütün memurlar
OHAL istiyor. İhtiyaçtan değil, özlük hakları, maaş vs. nedeni ile. OHAL sisteminde bir OHAL
ekonomisi oluşmuş, bundan nemalanan çok.” (Recep Yazıcıoğlu – Vedat Yenerer Röportajı,
1996).
Recep Yazıcıoğlu’nun teröre çözümle ilgili söylemlerinden ve faaliyetlerinden genel bir
değerlendirme yapacak olursak, şu şekilde bir sıralama yapabiliriz (Akcagündüz; 2019)
Merkeziyetçi anlayış ve merkeziyetçi anlayışın yasak uygulamaları değişmelidir.
Örneğin: Kürtçe kaset satışına yasak kalkınca taleplerde düşmüştür.
Doğu ve Güneydoğu bölgesi, memurlar için sürgün yeri veya ilk atama yeri
olmamalıdır tam aksine nitelikli memurlar bu bölgelere atanmalıdır.
Bu bölgelerde yaşayan vatandaşlar ile devlet arasında bağların yeniden
kuvvetlendirilmesi gerekmektedir. Devlet bu bağları kuvvetlendirmek için mülki
idari amirlerinden faydalanmalıdır.
Terörle mücadele çok boyutlu bir olgu olup sosyal, siyasal ve ekonomik boyutları
vardır. Türkiye, teröristlerle cephe savaşı verirken terörle mücadelede eksik
kalmıştır. Bu yolda bilimsel çalışmalar yapılarak terörü besleyen unsurlarda
pasifize edilmelidir.
Türkiye’de merkeziyetçi yapının yerine yerellik ön plana çıkarılmalıdır. Bölge
halkı kurulacak yerel meclisler ile yönetime dahil edilmelidir. Bu sayede bölge
halkı kendi derdini kendi çözecek ve terörü desteklemekten uzaklaşacaktır.
Dönemin Türkiye’sine bakıldığı zaman, ordunun ön planda olduğu ve Doğu ve
Güneydoğu bölgelerinde çoğu ilin OHAL ile yönetildiği görülmektedir. Erzincan’a
baktığımızda ise “Başbağlar Katliamı” sonrası bile OHAL bölgesine dahil edilmemiştir. Ayrıca
yine o dönem Sünni – Alevi çatışmasının yoğun olduğu bir dönem olup Erzincan’da bu
olaylardan etkilenmemiştir. Erzincan’da tam tersi bir süreç gelişip PKK’ya gönüllü mücadele
eden koruyucular ile korumaya çalışmıştır.
Yazıcıoğlu’nun terörle mücadelede bizzat en ön safta yer alması, Erzincan’ın köylerini
tek tek gezerek halkla bütünleşmesi, onların dertlerine ortak olup çözümler üretmesi, onu farklı
kılmıştır. Sadece mesai saatleriyle hareket etmeyip bölgede çalışan diğer memurları yeri
geldiğinde kılık değiştirerek teftiş etmesi hem de ceza vermekten çekinmemesi bölge de çalışan
memurlarında bölge halkına karşı daha hassas olmasını sağlamıştır. Yazıcıoğlu, sorunlar
karşısında inisiyatif alıp hızlı çözümler üretmiştir. Bu sorunları sadece devlet bütçesiyle
yapmayıp aynı zamanda bölge halkını da çözüme davet ederek sorumluluk almasını sağlamıştır.
Erzincan’da yapılan köprü buna güzel bir örnektir.
Yazıcıoğlu genel olarak baktığımızda teröre çözüm için bilinen gerçekleri söylemiştir.
Bölgede yatırımların olmaması, bölge insanına yatırım yapılmaması, bölgeye atanan
memurların bölge de hizmet veremeden farklı yollarla batıya atanması bilinen gerçeklerdir.
Yazıcıoğlu’nun burada ki farkı, bilinen ve çözülmesi gereken gerçekleri söyleyerek çözüm
860
üretmesi ve üretilen çözümleri uygulamasıdır. Yazıcıoğlu, bu çözümlerin uygulamasına bölge
halkını da dâhil ederek onların da sorumluluk üstlenmesini de sağlamıştır.
SONUÇ
Türkiye’de terör yıllardır devam edegelen sorunlardan biri olmuştur. Türkiye bu sorunu
çözmek için seferber olmuş tüm kaynaklarıyla çözüm üretmeye çalışmıştır. Fakat üretilen
çözümler terörü bitirecek seviyede olmamıştır.
Bu çalışmamızda Recep Yazıcıoğlu’nun bürokrat kimliği ile yaptığı çalışmalar ortaya
konulmuş sonrasında da özellikle Yazıcıoğlu’nun Erzincan valiliği döneminde terörle mücadele
kapsamında söylemleri ve faaliyetleri incelenmiştir.
Yazıcıoğlu valiliği döneminde icraatları ve her fırsatta katıldığı platformlarla söylemleri
ile dikkat çekmiştir. Başkanlık sistemi özelinde katı bir kuvvetler ayrımını savunan Yazıcıoğlu
aynı zamanda yerel meclislerin savunucusuydu. Yazıcıoğlu, özellikle yerel meclisler ile Doğu
ve Güneydoğu bölgesinde vatandaşların yönetime dahil edilmesini istemiştir. Yazıcıoğlu’nun
terörle mücadele yolunda bölgede çalışan memurlarında önemine değinmiş ve memurların
bölgede uzun süreler çalışması gerektiğini söylemiştir. Bölge de çalışan memurlara ‘’ teşvik
sistemi’’ oluşturulup motivasyonlarının arttırılması ve bölge halkıyla bağlarının
kuvvetlendirilmesini istemiştir. Yazıcıoğlu bölge halkının ekonomik hayatına katkısı olacak
yatırımlar ve teşviklerinin devlet eliyle bu bölgelere hızlı bir şekilde yapılması gerektiğini de
belirtmiştir.
Recep Yazıcıoğlu’nun hem bürokraside edindiği tecrübeleri hem de 9 yıllık Erzincan
valiliğinde edindiği tecrübeler terörle mücadele kapsamında önemlidir. Çalışmamız sonucunda
Yazıcıoğlu’nun şahsına münhasır kişiliğiyle ön plana çıkarak kaymakamlık ve valilik
dönemlerinde ülkemizde çalışmaları ve söylemleriyle derin bir etki bırakan bir bürokrat olduğu
görülmüştür. Ayrıca özellikle Erzincan valiliği süresince de terörle mücadele noktasında
yapmış olduğu gözlemler ve çalışmaların etkileri ortaya konulmuştur.
Yazıcıoğlu’nun terörle mücadele kapmasında bölge halkına karşı kucaklayıcı tutumu
yine bölge halkının sorunlarına çözüm üretmesi kısa vadeli çözümleri olduğu görülmüştür.
Yazıcıoğlu’nun terörle mücadelede uzun vadeli planlaması ise bölge halkının yönetime dahil
olmasını sağlamak, bölgeye uzun vadeli yatırımların yapılmasını sağlamak ve bölgeye atanan
memurlara özel bir düzenleme özlük haklarını artırıp bölgede uzun süreli çalışmalarını
sağlamaktır. Bu çalışmamızda Yazıcıoğlu’nun terörle mücadele kapsamında ele aldığı önemli
noktalara değinilerek akademik literatüre katkıda bulunulmuştur.
KAYNAKÇA
Akcagündüz, E. (2019). ‘’Kamu Hizmetleri Motivasyon Kuramı Çerçevesinde Vali Recep
Yazıcıoğlu’nun Mülki İdari Amirliği Dönemi Üzerine Bir İnceleme’’ Doktora Tezi.
İstanbul, Türkiye: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve
Kamu Yönetimi Anabilim Dalı.
Alkan, N. (2002). Gençlik ve Terörizm. Ankara: TEMUH Dairesi Başkanlığı Yayınları.
Alkan, N. (2009). Türkiye’nin terörizmle mücadele deneyimi. İ. Bal, & S. Özeren içinde,
Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele (s. 109-154). Ankara: USAK Yayınları.
Altuğ, Y. (1995). Terörün Anatomisi. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Bal, İ. (2006). Alacakaranlıkta Terörle Mücadele ve Komplo Teorileri. Ankara: USAK
Yayınları.
861
Bal, İ. (2006). Terör Nedir? Neden Terörist Olunur? İ. Bal içinde, Terörizm: Terör, Terörizm
ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler (s. 13). Ankara: USAK.
Çiftlioğlu, E. (2006). Gri Tehdit Terörizm (2.Baskı b.). Ankara: Ümit Yayıncılık.
Dilmaç, S. (1997). Terörizm sorunu ve Türkiye. Ankara: EGM Yayınevi.
Durgun, S. (2016). ‘’Yazmaya Değil, Yapmaya Memur Olan’’ Vali Recep Yazıcıoğlu (s. 883
– 889). Erzimcan: Uluslararası Erzincan Sempozyumu.
Ergil, D. (1980). Türkiye’de Terör ve Şiddet. Ankara: Turhan Kitabevi.
Feyzioğlu, Elvan, (2003). “O Bir İtaatsiz İdi”, Halkın Valisi Recep Yazıcıoğlu, (Derleyen
Mahmut Balcı), İstanbul: Gündem Yayınları.
Güzel, C. (2002). Korkunun Korkusu: Terörizm. Y. Alezander içinde, Silinen Yüzler Karşısında
Terör (s. 15). Ankara: Ayraç Yayınevi.
Hazır, H. (2001). Demokraside İstikrarsızlığın Sebebi Olarak Siyasal Şiddet ve Terörizm.
Ankara: Nobel Yayınları.
Hudson, A. (1999). The sociology and psychology of terrorism: Who becomes a terrorist and
why? Washington: Federal Research Division Library of Congress.
Keleş, R., & Ünsal, A. (1982). Kent ve Siyasal Şiddet. Ankara: Ankara Üniversitesi SBF
Yayınları.
Kocabay, B. (2010). ‘’Recep Yazıcıoğlu’nun Yaşamı, Yapıtları, Fikirleri, Uygulamaları ve
Türk Toplumsal Yaşama Katkıları: Kamu Yönetimi Açısından Araştırma.’’
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Malatya, Malatya, Türkiye: İnönü Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı.
Laqueur, W. (2002). Terörizmin Yorumlanması,. Y. Alezander içinde, Silinen Yüzler
Karşısında Terör (C. Güzel, Çev., s. 96). Ankara: Ayraç Yayınevi.
Özçatalbaş, M. (2006, Ekim 6). Terörle Mücadelenin Ulusal ve Uluslar arası Boyutu.
Yayınlanmamış YL Tezi, 5. Ankara, Ankara, Türkiye: Polis Akademisi.
Pabuçcu, Köksal. (2005), Adam Gibi Vali Recep Yazıcıoğlu, 4. Baskı, İstanbul: Nesil
Yayınları.
“Süper Valiye Süper Kızak” 26.09.1999 http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-
104037 (04.10.2021)
Taheri, A. (1990). Hizbullah: Kutsal Terörün iç Yüzü. (H. Bila, Çev.) İstanbul: Sel Yayıncılık.
TBB. (2006). Türkiye ve Terörizm. Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları.
TDK. (1998). Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük (9 b.). Ankara: Türk Dil Kurumu.
Türköz, Ş. (2011, Eylül 9). 20. Yüzyılda Avrupa ve Türkiye'de Terörizm ve Terörle Mücadele.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyonkarahisar, Afyonkarahisar, Türkiye:
Afyonkarahisar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı.
USAK. (2008). PKK Terör Örgütü İle Etkin Mücadelede Analiz, Risk, Fırsat ve Öneriler.
Ankara: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu.
Wilkinson, P. (2002). Terör ve Terörizm. Y. Alezander içinde, Silinen Yüzler Karşısında Terör
(s. 142-162). Ankara: Ayraç Yayınevi.
Yazıcıoğlu, M. S. (2013). Ne Yan Yana, Ne Karşı Karşıya: Anılar. İstanbul: Alfa Yayınları.
862
Yazıcıoğlu, R. (2014). ‘’Süper Vali Recep Yazıcıoğlu – 1’’ Niğde yerel kanalında yaptığı
söyleşi (Çevrimiçi) https://www.youtube.com/watch?v=i7ahcNQ7eEw&t=255s.
Yazıcıoğlu, R. (1999). ‘’Süper Vali’’ Recep Yazıcıoğlu 32. Gün’de katıldığı program
(Çevrimiçi) https://www.youtube.com/watch?v=Q0aDAMmVP3k&t=150
Yazıcıoğlu, R. (1996). ‘’Recep Yazıcıoğlu –Vedat Yenerer ile Yaptığı Röportaj (Çevrimiçi)
https://www.youtube.com/watch?v=CgQyDMxkvdM&t=915s
Yıldırım, M. (2005). "PKK Terör Örgütüyle Mücadelede Türkiye‟nin Askeri Gücünün
Kullanılması (1984-2004)". Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara, Ankara,
Türkiye: Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Bilimleri Anabilim
Dalı.
Zafer, H. (1999). Sosyolojik Boyutuyla Terörizm. İstanbul: Beta Yayınları.
YAZARLAR
*Öğr. Gör. İstanbul Ayvansaray Üniversitesi, Plato Meslek Yüksekokulu, Acil Durum ve Afet Yönetimi Bölümü, muhammedeneszorlu@ayvansaray.edu.tr, ORCID: 0000-0001-5089-4717
**Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Bölümü, Tezli Yüksek Lisans, mstfcml00@gmail.com
*Kay-For 2021